Taha Akyol’un yazılarını eskiden beri mümkün olduğunca takip eder, ekseriyetle makul, akli, mantıklı, uhuletli ve suhuletli bulurum.
“Erdoğan İsrail ve İslam dünyası” başlığı altında 14 Temmuz’da kaleme aldığı yazılardan biri de bu.
Ziyonist, katil, cani, işgalci, soykırımcı, taciz ve tecavüzcü, Müslüman alemin kalbine saplanmış zehirli hançer, kanser uru, “Ben insan öldürmedim, Filistinli öldürdüm” diyecek kadar vahşileşmiş, insanlığı mahveden koronavirüs İzrail ( baş azmettiricisi, esas ziyonist ve emperyalist ABD yönetimlerini de ben ilave ederek ) ile ilişkileri geliştirme girişimini olumlu bulması, olumlu bulanlar ve iyi ilişkiler için girişimde bulunanlar hariç, makalesinin diğer kısımlarına ekseriyetle katılıyor ve okumanızı tavsiye ediyoruz.
İşte o makale:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanlığına seçilen Yitzak Hertzog’u telefon açarak kutlamış. İlişkilerinin gelişmesini temenni etmiş, Filistin sorununun BM kararları çerçevesinde çözülmesi yolunda atılacak adımların iki ülke arasındaki ilişkilere de katkıda bulunacağını söylemiş.
Erdoğan Mısır’la ilişkileri de düzeltmeye çalışıyor. “Mısır’la kardeş ülkeyiz” diyor artık. (7 Mayıs)
“Türkiye ve Mısır halklarının kader birliği” olduğunu söylüyor, “Mısır’la normalleşme sürecini başlatmakta kararlıyız” diye vurguluyor. (1 Haziran)
Erdoğan’ın İsrail ve Mısır’la ilişkileri geliştirme girişimini doğru buluyorum.
Yanlış olan, Erdoğan’ın, eleştiriden öteye geçerek bu iki ülkeyi Yunanistan’ın kucağına iten, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de yalnız bırakan politikalarıydı.
Tarih gösteriyor ki, Türkiye Cumhuriyeti, daima Filistin meselesinde Arapları destekledi ama İsrail’le ilişkilerini hiçbir zaman husumet noktasına taşımadı.
Siyasal İslamcılar ise tarihe laboratuvar gibi bakmadılar, ideolojik gözle ve duygularla baktılar. Türkiye İslami bir siyaset izlerse İslam dünyasının lideri olacağını zannettiler.
Arap Baharı AK Parti iktidarında bu yönde heyecan yarattı.
Suriye politikasını güvenlik ve diplomasi diliyle izah etmek yerine, Erdoğan’ın meşhur “Emevi camiinde namaz kılacağız, Selahattin Eyyubi’nin kabrinde kardeşlerimizle buluşacağız” sözleri bu duyguların ifadesiydi.
Mısır’da seçimleri İhvan (Müslüman Kardeşler) kazanmış, merhum Mursi Cumhurbaşkanı seçilmişti. O dönemde iki defa Mısır’a giden Başbakan Erdoğan’ın Kahire Üniversitesi’nde yaptığı konuşma dönüm noktası gibidir. Erdoğan’ın “Bizim hiçbir yerden model almaya ihtiyacımız yok, bizim tarihimiz, bizim medeniyetimiz…” diye konuşması, 2002’den itibaren on yıldır sürdürdüğü AB sürecini artık pek de önemsemediğinin işaretiydi. Dahası, “yapay sınırlar ortadan kalkıyor, bir asırlık ayrılık sona eriyor” diyordu. (17 ve 18 Kasım 2012).
Bugün görülüyor ki, maddi realiteler çok farklıdır. “Bir asır” içinde, bu hayallere hiç benzemeyen bir dünya ve bir Arap coğrafyası oluşmuştur.
Mısır’daki 2013 Temmuz darbesini elbette eleştirmeli, fakat bunu diplomasi diliyle ve ilişkileri koparmadan yapmalıydık.
İhvan’a ölçüsüz destek vermek diğer Arap ülkeleriyle de Türkiye’nin arasını açtı.
Türkiye Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde Arap dünyasından bugünkü kadar dışlanmamıştı.
Diplomat Sinan Ülgen’in deyişiyle, Ankara, “Arap Baharı’nda yürütülen politikalarla bir anlamda İsrail ve özellikle Mısır’ı Türkiye karşıtı ittifaka itti.” (Karar, 31 Ağustos 2020)
Faturası çok ağır oldu. Kahire’de 7 ülkenin enerji bakanları toplandı: Mısır, İsrail, İtalya, Yunanistan, Ürdün, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Filistin… “Doğu Akdeniz Gaz Forumu”nu kurmak için anlaştıklarını açıkladılar. (25 Temmuz 2019)
Toplantıya ABD Enerji Bakanı Rick Perry, AB Komisyonu Enerji Genel Müdürü Dominique Ristori ile Fransa ve Dünya Bankasından temsilcileri de katıldı.
Konu, Doğu Akdeniz’deki 2.5 trilyon metreküp doğal gazdır.
Türkiye yoktu!
Aynı dönemde Erdoğan Avrupa Birliği’ne de “haçlı ittifakı” diyordu! (27 Mart 2017)
İktidar şimdilerde vaziyeti toparlamaya çalışıyor. “Geleceğimizi Avrupa’da görüyoruz” diyor.
Mısır’da hiçbir şiddet eylemine karışmamış 12 İhvan lideri idama mahkum edildi, siyasi otoriteye “itaat” eden Başmüftü de onayladı! (14 Haziran)
Uygur Türkleri üzerindeki Çin zulmüne göz yuman iktidar bu konuda da suskun!
Sadece Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, müftüye gönderdiği mesajda “tekrardan infaz kararının gözden geçirmesini” istedi, idamların zulüm olacağını belirtti. (28 Haziran)
İktidarın dün yeri göğü birbirine katması yanlıştı, bugün susması yanlış.
Dengeli bir diplomasiyle Türkiye hem yalnızlığa sürüklenmez, hem bugün Mısır’daki idamlar konusunda “idam cezasına karşıyız” diye açıklama yapabilirdi..
Fakat on yıllık siyasetin faturası o kadar ağır ki, şimdi iktidar bunu bile söyleyecek durumda değil.
Netice: Diplomasi değerlidir, ‘monşer’ diye küçümsemek yanlıştır. Bütün dünyada “uluslararası ilişkiler” bir bilim dalı olarak okutulmaktadır. Diplomasinin laboratuvarı da siyasi tarihtir. Dış politikada iktidar, Türkiye’nin son iki asırda yoğrulmuş klasik diplomasisine dönmek zorundadır.”
NOT: Müslüman dünyanın yerle yeksan olduğu, D.Türkistan’dan Libya’ya, Çeçenistan’dan Yemen’e kadar Müslümanların tarihin en büyük mezalimine uğradığı, işgal, soykırım, ölüm, acı, göç ve kan içinde yüzdüğü bir dönemde, dünyanın bütününün emperyalizmin ve vahşi kapitalizmin sömürü pençesinde inim inim inlediği ve koronanın insanlığı esir aldığı bir zamanda ulaşacağımız Kurban bayramınızı, bayram yapamadığımız bir bayramınızı tebrik eder, gerçek bayramlara ulaşmamıza, uyanmamıza, diriliş ve kurtuluşumuza kapı aralamasını yüce Yaradan’dan niyaz ediyoruz.