Bir tren yolculuğu yapacağımızı düşünün.
Varacağımız yere çarçabuk varalım, isteriz.
Bir kısmımız uçak yolculuğunu yapamadığı gibi bir kısmımız içinde pek de keyifli olmadığını biliriz.
Evlerin, ağaçların, nehirlerin çarçabuk akıp geçmesi canımızı sıkar.
Manzaranın tadını çıkartamayız.
Yavaş giden trende ise etrafı seyretmek keyiflidir fakat yol, git git bitmez. Bu da ayrı can sıkıntısıdır. Yoksa en iyisi, bazı istasyonlarda trenden inmek mi?
Hayat da aslında böyle değil mi? Kış mevsimin de güneşi, Yaz mevsimin de serini özleriz. Biz özleriz hayat akar gider.
*
"Durmak" denilince, "bakmak" üzerinde de durmak gerekiyor.
Pek bilinen ve sevilen bir söz vardır: "Bakmak yetmez, görmek gerek!"
Doğrudur. Ama önce bakacağız ki, sonra bir de beynin süzgecinden geçirip görelim!
Durmaya...
Ara ara durmaya bu yüzden ihtiyacımız var.
Öyle koşturuyor, öylesine koşturmaya ayarlanıyoruz ki, kafamızı önümüzden çevirip başka bir yana bakamıyoruz.
Kaldı ki, sağlam bir bakış, tıpkı düşünebilmek gibi yavaşlamayı, hatta durmayı gerektirir.
Bilenler bilir...
Durup bakmak, saniyeler kadar kısa sürebilir ama çoğu zaman içinde sonsuzluk kadar uzun bir "aydınlık" taşır!
Aydınlık dönemimizde herkesin kendi aydınlığı farklı. Takım tutar gibi. İlimin, bilimin ve dinimizin aydınlığını bulmak?
Aramak…
Arayanlar bulur. Bu dünyada huzuru da ebedi dünyada mutluluğu da. Unutmayalım ki Arayan bulur. Vesselam…
Kemal Özdemir