İnsanoğlunun en büyük özelliklerinden birisi de yaşamış olduğu olaylara kendi kültürü, yetişme tarzı ve bilgi kapasitesi doğrultusunda anlama ve yorumlama becerisidir. Çözümleme, özümseme anlama ve mana çıkararak yargıya varmak. Bulunan bu sebeplerin kalıcı olup olmamasını ise o kişinin o işin doğruluğuna karşı duymuş olduğu inancın ölçüsü belirlemektedir. Hedefi olmayanın hayatının anlamı da olmaz.
Bakın bu konuda Albert Einstein “Eğer mutlu bir hayat istiyorsanız; hayatı insanlara veya eşyalara değil, bir hedefe bağlayın.” demiş. Eğer bir şey üzerinde çalışmıyorsanız, bir rotanız olmadan yaşıyorsunuz demektir. Hedefler neyin önemli olup neyin olmadığı hakkında fikir sahibi olmamıza yardımcı olur. Hedefinin üzerindeki büyük projeler ve işlere odaklanmak insanı motive ettiği gibi aynı zamanda da mutlu etmektedir. Tecrübeyle sabittir ki insanın en mutlu anlarının hep kendinden büyük bir hedef üzerine odaklandığı anlarda olduğundur. Bizler olaylarla hem ünsiyet hem de ilgi kurma yeteneği bulabiliriz. İlgi bağlantılarla; ünsiyet ise yakınlaşma ile alakalıdır. Olayla kurulan ilgi, bağ, beraberinde yakınlaşmayı getirmektedir. Yakınlaşma da anlamayı, kavramayı ve de kaygıyı oluşturmaktadır. İnsan ilk defa görmüş olduğu vahşi bir havyanı anladığı zaman kaygılanarak ondan uzaklaşmayı, eğer bir güzellik bir fayda umuyorsa yaklaşmayı önceleyebilmektedir. Bir şeyi anlama ise göreceli, geçici ve de kişiye ait öznel bir durumdur. Anlamlandırmayı genele yansıtan unsur, kültür ve yetişme tarzına bağlıdır. Kültür ortak anlam oluşturmanın zeminini kurar. O kültür zemini üzerinde oluşturulan anlamsal bütünlük insanları bir inanca, bir düşünceye yönlendir. Farklı düşüncelerin az olması ya da kültürel ortamın farklı düşüncelere zemin hazırlamaması, insanları tek renge büründürmede kolaylık sağlamış olsa bile bu anlayış toplu yanılmalara da neden olabilir. Toplumun ortak aklı, bir olaya kendi zemini üzerinde bir anlamlandırma yaptığı zaman, o toplum o zemin üzerinden bir anlam dünyası inşa edebilmekte, birçokları da bu anlam dünyasının çevresinde hayatlarını idame ettirmektedirler. O yüzdendir ki kültür ve sosyal geleneğimizde istişare ve münazaraya çok değer verilmiştir. Birde sanat ve kültür dünyamıza değer katan hayali gerçekler vardır. Hayali gerçekler aynı zamanda insanları hayata bağlar, onları acılar karşısında daha dirençli yapar, onlara güç verir. İnsanların, hayallerine yüklemiş oldukları anlam aynı zamanda gerçek hayatın amacını oluşturur. Bu durum onları daha üretken yapmakta, dahası sanatçılar bu durum üzerinden kimlik inşa ederek en güzel şiirlerini, şarkılarını, hatta mimari eserlerini oluşturmaktadır. Ahmet Haşim O Belde şiirini bu amaçla yazmıştır. Peyami Safa Simena’yı mülkiyet ilişkilerinin değil, kardeşliğin, demokrasinin, eğitimin zirve yaptığı en güzel bir yer olarak anlatmıştır. Üstad Necip Fazıl’ın Sakarya Şiiri ise saf, temiz bir vatan müdafaası aşılar. İnsanlar hayal dünyalarında geliştirmiş oldukları bu anlamlandırmaya inanarak hayalin gerçekliğini yaşantıya dönüştürmüşlerdir. Toplumlar hayali gerçekleri yaşarken gerçeğin hayalini kurarak yeni gerçeklerin peşinden koşmuş ve belki de yeni gerçekliği ararken yeni bir hayali gerçekliğe sığınmış olmaktadırlar.
Bizden sonra gelecek olanlar da bizim gerçeklerimizin hayali bir gerçeklik olduğu iddiasında bulunacaklardır.
Birey olarak da toplum olarak da Hayatımızdaki her şeyi kontrol etme tercihimiz yüzünden çoğumuz çelişkili kaygılar yaşıyoruz. Ama işin doğrusu şu ki, fert olarakta toplum olarakta fazla kontrole sahip değiliz.
Vücudunuzu düşünün. Saçınız kendi başına uzuyor, kalbiniz kendiliğinden atıyor, kan kendi ritmine göre pompalanıyor. Eğer insansak, temel kural olarak her şeyi kontrol edemeyeceğimizi kabul etmeliyiz. Bazı durumlarda, kontrol edemeyeceğimiz şeyleri salmamız ve kabullenmemiz lazım, böylece yapabileceğimiz şeylere odaklanmak için daha fazla enerji harcayabiliriz. Hayal kurarak hedef oluşturmalı, deflerimizle de mutlu olabilmeliyiz. Çoğu insan heyecanın mutluluk olduğunu düşünür. Ancak heyecanlı olduğun zaman huzurlu değilsin. Gerçek mutluluk huzura bağlıdır.
Çoğumuz neyin mutluluk olduğunu düşünerek onun peşinde koşarız. Mutluluğun heyecan, eğlence, neşe vb olduğunu düşünürüz ancak bunlar sadece geçici duygulardır. Bu duyguların sabit olmaması ve uzun sürmemesi de acı çekmemize neden olur. Gerçek mutluluk iç huzurdan gelir, vicdan tabanlı hareketle gelir. Bizler neye sahip olduğumuz, neyi hayal edip hedeflediğimizle ve kim olduğumuzdan memnun kalmakla ulaşacağımız.
Mutlu olmanın yolu maddi ve manevi hedefler koyarak, ahlak eksenli, vicdan tabanlı bir hayatı tercih etmeden geçer. Mutluluğu hedefleyen ve hak edenlerden olma temennisiyle…