Trabzon Haber ve Trabzonspor Haber
2025-03-16 15:04:25

 YAŞLANAN NÜFUS VE EMEKLİ TEHDİDİ

OSMAN KARAGÜZEL

osmankaraguzel@hotmail.com 16 Mart 2025, 15:04

              (MUTLAKA AMA MUTLAKA OKUYUNUZ, ÜLKEMİZİ BEKLEYEN BİR BAŞKA TEHLİKE!)

              “Yaşlanan nüfus, düşürülen emeklilik yaşı: Türkiye’yi bekleyen tehlike

            Nüfusu giderek yaşlanan dünya ve özellikle son 50 yılda “hayat süresi beklentisi” gelişmiş ülkelere göre çok daha hızlı artan Türkiye, çok uzak olmayan bir gelecekte ciddi bir SOSYAL GÜVENLİK VE EMEKLİLİK KRİZİYLE karşı karşıya kalacaktır.
             2023-2024 yıllarında milyonlarca kişinin EYT üzerinden erken yaşta emekli edilmesinin, gelecekte ülkemizin sosyal güvenlik sistemine ve mali yapısına bindireceği yükün ve ekonomide yol açacağı olumsuz sonuçların ne kadar farkındayız?
             Konuya, önce dünyanın geneli ve gelişmiş ülkeler açısından bakalım:
            “Düşen doğum oranları,” “artan doğuşta beklenen hayat süresi” ve “yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranının yükselmesi” ile kendisini gösteren “YAŞLANAN NÜFUS OLGUSU,” dünyadaki demografik değişimin temel çizgisini ortaya koymaktadır.
              1973’ten 2023’e kadar geçen 50 yılda, dünya genelinde toplam doğurganlık hızı yaklaşık 4,5’ten 2,31’e düşerken, doğuşta beklenen hayat süresi 58 yıldan 73,4 yıla yükselmiş; 65 yaş ve üzeri nüfus oranı ise %5,1’den %10,2’ye çıkmıştır.
              Bu dramatik değişim, yaşlanan nüfusun, “işgücü piyasaları,” “sağlık hizmetleri” ve “emeklilik sistemleri” üzerinde uzunca bir süredir ağır bir yük oluşturmakta olduğunun ve bunun gelecekte daha da artacağının bir ifadesidir.
               Ekteki grafik, bu parametreler çerçevesinde dünyanın önde gelen ülkelerinde, “emekli nüfus” ile “çalışan nüfus” arasındaki oranın 2022’deki durumunu ve 2050’de ulaşacağı düzeyi ortaya koyuyor:

               ABD: 29.4-40.4, İNGİLTERE: 33.2-47.1, ÇİN: 21.6- 47.5, FRANSA: 39.3-54.5, ALMANYA: 38.0- 58.1, İTALYA: 41.0-74.4, İSPANYA: 33.4- 78.4, G. KORE: 26.3-80.7.

               Tabloya göre, 2022 yılında, örneğin Japonya'da her 100 çalışan için 55.4, İtalya'da 41, Çin’de 21.6 emekli bulunmakta iken; bu sayıların 2050’de Japonya için 80.7, İtalya için 74,4 ve Çin için 47.5’e yükselmesi beklenmektedir.

               Çalışan ve emekli nüfus oranları arasındaki bu dengesizlik, emeklilik sistemine katkıda bulunan kişi sayısı azalırken, emeklilikten faydalanan kişi sayısının artacağı; dolayısıyla emeklilik fonlarının tükenme tehlikesiyle, yani “SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK RİSKİYLE” karşı karşıya kalacağı anlamına geliyor.
                Sosyal güvenlik sistemlerinin sürdürülebilirliği, aktif (çalışan) ve pasif (emekli) sigortalı sayıları arasındaki dengeye, yani “aktif/pasif” oranına bağlıdır. Bu oran, bir ülkedeki çalışan sayısının emekli sayısına bölünmesiyle elde edilir ve sosyal güvenlik sisteminin finansal sağlığını ifade eden kritik bir göstergedir.
                Öte yandan, yaşlıların gençlere göre daha fazla sağlık hizmetine ihtiyaç duymaları kaçınılmaz olduğundan, yaşlanan nüfus sağlık harcamalarını da arttıracak ve ülkelerin sağlık sistemleri üzerinde giderek artan bir yük oluşturacaktır.
               TÜRKİYE’YE GELİNCE…
               Tabloda yer almayan Türkiye’nin mevcut sosyal güvenlik sistemi ve emeklilik rejimini; şimdiye kadar yaşadığı demografik değişim çizgisi üzerinden bir projeksiyon yaparak beklenen “nüfus artış hızı” ve “yaşlanma” olgusuyla ilişkilendirdiğimizde, gelecekte gelişmiş ülkelere göre ÇOK DAHA AĞIR  bir tablo ile karşılaşacağı anlaşılıyor:
                 Şöyle ki;
                 -Türkiye’de son 50 yılda doğurganlık hızı yaklaşık 4,5’ten 1,51’e düşerken, doğuşta beklenen hayat süresi 53,7 yıldan 77,3 yıla yükselmiş; 65 yaş üstü nüfusun oranı ise %3,5’ten %10,2’ye çıkmıştır. Bu rakamlar, Türkiye’nin dünya ortalamasına göre daha keskin ve asimetrik bir demografik dönüşüm yaşadığını ve yaşlanan nüfusun etkilerinin daha kritik hale geldiğini göstermektedir.
                  -Mevcut demografik eğilimler devam ederse, 2050’ye kadar Türkiye’de doğuşta beklenen hayat süresinin düzenli artarak 80’lerin üzerine çıkacağını, 65 yaş üstü nüfusun toplam nüfus içindeki oranının %20’lere yükseleceğini ve doğurganlık hızının mevcut 1.51 katsayısının çok daha altına düşeceğini tahmin etmek zor değildir.
                   -DÜNYADA nüfusu yaşlanan ülkeler, sosyal güvenlik krizlerine EMEKLİ YAŞINI YÜKSELTEREK ve SOSYAL GÜVENLİK PRİMLERİNİ ARTIRARAK çözüm ararken, Türkiye’de emeklilik yaşı, iktidarların oy kazanma kaygılarıyla dünya standartlarının çok altında olacak şekilde düşük tutulmaktadır.
                    MİLYONLARCA  KİŞİNİN EYT KAPSAMINDA 40’LI YAŞLARDA EMEKLİ EDİLMESİ  sonucu, SGK verilerine göre 2024 Ekim itibariyle Türkiye’de “bağımlılar” ve “özel sandıklılar” dahil toplam emeklilerin (25 milyon 823 bin kişi) sigortalı çalışanlara (16 milyon 942 bin kişi) oranı, yani “aktif/pasif sigortalılık oranı,” daha önceki rakamı olan 1.90’lardan 1.52’ye düşürülmüştür. Bu oranın anlamı, her 1.52 çalışana karşılık 1 emeklinin maaş alıyor olmasıdır. Yani, yüzdelik olarak, toplam sigortalıların %66’sı oranında emekli maaşı alan kişi bulunmaktadır.
                   Sürdürülebilir bir emeklilik rejimi için, uluslararası standartlara göre AKTİF/PASİF ORANININ  4:1 olması beklenmekte; yani her 4 çalışana karşı 1 emekli bulunması normal kabul edilmektedir.
                 -Türkiye’nin, “emeklilerin çalışanlara oranında” EYT ile ulaştığı %66’lık tarihi zirve, halen nüfusu en yaşlı ve çalışanlara göre emekli nüfusu en yüksek olan Japonya’nın 2022’de sahip olduğu %55 oranının da hayli üzerindedir. Japonya’nın ve tablodaki gelişmiş ülkelerin güçlü ekonomilere ve yüksek milli gelire sahip oldukları dikkate alındığında, TÜRKİYE’NİN  hali hazırdaki yüksek emekli oranıyla gelecekte bu ülkelerden ÇOK DAHA AĞIR BİR SOSYAL GÜVENLİK YÜKÜYLE  karşı karşıya kalacağı anlaşılıyor.
                  Türkiye’nin gelecekteki durumunu bu ülkelere göre daha da ağırlaştıracak göstergeler, emeklilik yaşının popülist politikalarla giderek düşürülmesine karşılık, bununla asimetrik olarak;
                -Doğurganlık oranının 2015’teki 2.14 düzeyinden hızla 1.51’e düşmesi, (gelecekte daha az sayıda genç işgücünün çalışma hayatına katılacak olması),
                -Doğuşta beklenen hayat süresinin artacak olması (Nispeten genç nüfuslu Türkiye’nin giderek bir yaşlılar ülkesine dönüşecek olması),
                -Bütçe kaynaklarının zayıf olması,
               -Kayıt dışı istihdamın yaygınlığı nedeniyle emeklilik sisteminin kapsayıcılığının ve etkinliğinin sınırlı olması,
               -Ekonominin değer üretme kapasitesinin ve işgücü verimliliğinin düşük olmasıdır.
               Türkiye’de demografik değişim ve olumsuz eğilimler mevcut hızlarıyla devam ederse, yani;
               -Doğurganlık hızı (kadın başına doğum sayısı) mevcut hızıyla düşmeye devam ederse,
               -Beklenen hayat süresi mevcut ivmesiyle artmaya devam ederse,
               -Halen %25 oranındaki kayıt dışı istihdam ve %10 oranında sigorta kapsamı dışındaki nüfus azaltılmazsa,
               -Emeklilik yaşı, gelişmiş ülkeler seviyesine (65-68 arasına) yükseltilmezse,
              -Sisteme mali destek sağlayacak ek finansman kaynakları, yeni emeklilik çözümleri ve alternatif fon modelleri geliştirilmezse,
               -Yaşlanan nüfusun sağlık maliyetlerini azaltacak “önleyici sağlık” politikaları geliştirilmezse;
                Emekli/çalışan oranının, 2050’de %90’lara (Japonya’nın ulaşacağı %80’den 10 puan daha yukarıya) ulaşması sürpriz olmayacaktır.
                Bu, daha basit bir ifade ile, “1 SİGORTALI ÇALIŞANA KARŞILIK, KABACA 1 EMEKLİ OLACAĞI” anlamına gelmektedir ve bu sonuç, sosyal güvenlik sistemimiz açısından açıkça bir “KRİZ” tablosudur.
                Bozulan aktüeryal ilişki dengesi ve “aktif/ pasif oranı” nedeniyle SGK açıklarının devlet bütçesinden transferlerle karşılanmasının ekonomiye bindireceği yük ve yol açacağı sonuçlar şunlar olacaktır:
              -Eğitim, sağlık ve altyapı gibi kritik alanlarda zorunlu harcamaların kesilmesi,
             -Açığın para basılarak kapatılmasından doğacak enflasyon nedeniyle maaşların hızla değer kaybetmesi ve fakirleşme,
             -Açığın dış kaynakla kapatılmaya çalışılması halinde dış borçlarda artış,
             -Yükün, vergilerle çalışanların üzerine bindirilmesi halinde, beyin göçü ve nitelikli insanların yurt dışına kaçırılması...
              Yeterince değer üretmeyen ve milli gelirini arttırmayan bir ülke olarak, popülist yaklaşımları ve erken emeklilik politikasını terk etmediğimiz takdirde, bir SOSYAL GÜVENLİK KRİZİNİN kaçınılmaz olacağını unutmamalıyız.” (Ulvi Saran, Karar)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.