Yanlışı, hatayı, noksanlığı, kötüyü, haramı, haksızlığı, zulmü kim yaparsa yapsın,
Onun karşısında durmak, elinden geleni yapmak her insanın , insan olmasının gereği,
Müslümanın ise, hem insani hem de temel İslami farzlarındandır.
Yüce Mevla, Şuara süresinin 227 nolu ayetinde, haksızlık konusunda ve bu konuya vurgu yaparak şu ikazı yapmaktadır:
" Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir. "
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Hadis-i Şerifi’ de bu durumu sarih bir şekilde ortaya koymaktadır.
Hz. Ali’nin; ““Haksızlık önünde eğilmeyiniz, çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz.” “Bedeli ölüm bile olsa, zalime boyun eğmeyiniz.” Sözü ile,
Hz. Hüseyin’e atfedilen; “En büyük cihat, zalimin karşısına çıkıp; Sen ‘haksızsın’ demektir” ifadesi, haksızlığa susmamanın, İslami açıdan olmazsa olmaz önemini ortaya koymaktadır.
Bütün bu insani ve İslami sorumluluğumuz ortada iken, bir yanlış, bir haksızlık ya da hukuksuzluk olduğunda, Müslümanlar büyük ekseriyette sorumluluktan kaçarak ve bir şey yapılamayacağı mazeretine sığınarak, “Ben ne yapabilirim ki” demekte, sorumluluktan kaçmakta, gücünün yetmeyeceği, kendisini aşacağını ileri sürerek, hiçbir şey yapmamakta, sadece dost sohbetlerinde tenkit ile yetinmektedirler.
Bu tavır; tarihi bir yanılgı, sorumluluktan kaçış, korkma, dünyevi küçük hesapların galip gelmesi ve yanlış yapanlara meydanın bırakılması, zalimin zulmünü kolaylaştırması, yanlışa, haksızlığa ve zulme yardımcı olmaktan başka bir şey değildir.
İnsana/ Müslümana düşen vazife; cüzi iradesini, yani gücünü sonuna kadar kullanması, yapabileceklerini yapması ve ondan sonra Allah’a tevekkül etmesidir.
Her halükarda, en zor ve en sıkıntılı zamanlarda bile insanların yapabilecekleri bir şeyler mutlaka vardır ve insanoğlu tümüyle çaresiz değildir.
Hz. Peygamberimiz; “Bir haksızlık gördüğünüzde önce elinizle, gücünüz yetmiyorsa dilinizle engel olmaya çalışın, o da olmuyorsa kalbinizle (içinizden) buğzedin.” diye buyurmakta, haksızlık karşısında yapılması gerekenleri sırası ile ortaya koymaktadır.
Elinizle yapamayacaksanız, dilinizle gerekeni yapın demektedir ki, günümüz de ve her şart altında çözüm için yapılabilecek ve fiiliyata geçebileceklerin en kolayını göstermektedir.
Günümüzde dil ile yapılabilecek, riski ve külfeti olmayan pek çok şey bulunmaktadır.
Bunların başında “sosyal basın” gelmektedir.
Her Müslüman Facebook, Twitter, Instagram gibi SOSYAL BASIN MECRALARINI KULLANARAK, gerek kendi çevresinde, ilçesinde, ilinde ve gerekse ülke ve dünya genelinde yapılan yanlışlara, haksızlıklara ve zulümlere ses verebilir, safını belli edebilir, tepki ve tenkitini ortaya koyabilir, doğru yolu gösterebilir.
Bir diğer yol da; sosyal basında yer alan yanlışlara, haksızlık ve hukuksuzluklara yorum yapması, bunu doğrudan ismi le yapabileceği gibi, çekiniyorsa, mahlas ile ortaya koyması ve paylaşmasıdır.
Paylaşılan doğruları beğenip paylaşması bile, doğruya destek, yanlışa köstektir..
Ayrıca, “CİMER” kanalını kullanarak, “e posta” adreslerine ya da bilfiil dilekçe yazarak, KURUMLARIN İ.NET SİTELERİNDEKİ MÜRACAAT kısımlarına yazarak,
İ. NETTE yer alan gazete ve haber sitelerinin altına yorum yaparak, yapılan yorumları beğenip paylaşarak,
Rastladığı ilçe, il ya da merkez yöneticilerine, yanlışı kim yaptıysa ona, kırmadan ve hukuk içinde kalarak tepkisini ortaya koyabilir, DOĞRUNUN YANINDA, YANLIŞIN KARŞISINDA olabilir, durabilir.
Yine rastladığı yerde veya bulundukları yere giderek, milletvekillerine, başkanlara, müdürlere, bakanlara, sorumlu tüm kişi ya da mercilere derdini anlatabilir, hukuksuzluğu konuşabilir, yanlışların düzeltilmesini talep edebilir.
Bir diğer imkan da, bir STÖ’ne dahil olarak veya tepki koyan bir derneğin toplantısında bulunarak, onlara destek vererek, topluluk içinde bulunmayı riskli görüyorsa, kenarında bile bulunarak yanlışa karşı durduğunu ortaya koyabilir.
KENDİSİ YAPAMIYOR, HAKSIZLIĞI DİLLENDİRECEK BİR PİLATFORM BULAMIYORSA,, YAPANLARA, ÖRGÜTLÜ OLUŞUMLARA KATILARAK GÜÇ VEREBİLİR, KALABALIĞI ARTIRARAK BİLE hizmet edebilir, seslere ses katarak, doğrunun daha bir yüksek sesle dile getirilebilmesini ve ilgilisine ulaşmasını sağlayabilir.
Her zaman söylediğim gibi; “Haksızlığa bir KÖPEK bile havlıyorsa, hiçbir şey yapamıyorsan, sen de köpeğin yanına geç ve onunla beraber HAVLA!.”
Dünya görüşüne tamamen aykırı bir gurup olsa bile, ortak meselelerde, haksızlığa karşı doğru bir tepkide onlarla beraber olunmalı, ayrıldığımız noktalarda beraber olmasak bile, ortak meselelerde birlikte olmalı, onların yanında tereddütsüz yer almalıyız.
Bu ve benzeri gücümüz dahilinde yapacağımız pek çok şey bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi, “Ben ne yapabilirim” mazereti geçerli olmayıp, tamamen sorumluluk ve vebalden kaçış, yapması gerekeni yapmamaya mazeret, var olan gücünü kullanmamak,
Cüz-i iradeyi ortaya koymamak, yapabileceklerimizden kaçmak, rahatı tercih etmek, zerre risk almamak, YAN GELİP YATMAK ve meydanı yanlış yapanlara terk etmek, dolayısıyla yanlışa, haksızlığa ve hukuksuzluğa katkı vermek, onlara yardım etmektir.
BİR NEVİ GEREKSİZ YERE GEREĞİNDEN FAZLA KORKMAK, ZERRE DÜNYA MENFAATİNE, DOĞRULARI FEDA ETMEK, HAKSIZLIK KARŞISINDA DİLSİZ ŞEYTAN OLMAKTIR.
İnsanların vazifesi; karınca misali, “Hacca gidemesem de, o yolda olur, o yolda ölürüm” demesi gibi, ille de sonuç almak değil, o yolda elinden geleni yapmaktır.
Bir damla da olsa yangına su taşımak, en küçük bir adımı dahi önemsemek ve bir gün, bütün bunlardan hesap verileceğini bilmek şuurunda olunmalıdır.
HİÇ ŞÜPHESİZ, İNSANLARIN BİREYSEL, KUL İLE ALLAH ARASINDAKİ, GİZLİ YAPTIĞI, ÖZEL HAYATI İLE İLGİLİ HATA VE GÜNAHLARI İLE DEĞİL, TOPLUMA BAKAN, TOPLUMU İLGİLENDİREN KUSURLARI BİZİ İLGİLENDİRMEKTE, toplumu ilgilendirmeyen, topluma zarar vermeyen, kul ile Allah arasında kalan ferdi kusurları ise örtmekle görevli bulunmaktayız.
“Kim, müslümanın ayıbını örterse, Allahü teâlâ da onun dünya ve ahirette ayıbını örter” Hadis-i şerifi de bunu vazetmektedir.
Sadece karşımızdakilerin yanlışını dillendirmek, bizim gördüklerimizin yanlışına susmak ve gizlemek ise, gayri insani ve gayri İslami, erdemsiz ve çok büyük bir hatadır. MAALESEF YAPILAN DA BUDUR.
Hatalar gizlenerek çoğalır, açık edilerek, ikaz edilerek azalır.
Sonuç olarak, “Ben ne yapabilirim ki” mazereti tümüyle geçersiz, sorumsuzluk, dünya menfaatlerini her türlü inanç ve değerin önünde tutma, hiçbir işe yaramamayı kabullenmektir.
İnsanoğlunun can çekişirken bile yapabilecekleri vardır.
BÜYÜK HESAP GÜNÜNDE, FERDİ İBADETLERDEN ÇOK, TOPLUMSAL İBADET VE SORUMLULUKLARDAN HESABA ÇEKİLECEĞİMİZİ,
Bunların başında da, haksızlık, hukuksuzluk, zulüm ve mezalimler karşısında ne yaptığımız gelecek,
Bireysel günahlarımızdan bir hesap vereceksek, topluma bakan günahlardan on, belki de yüz katı hesap verecek, ceza alacağız.
Hüda hepimizi, haksızlık karşısında susmayanlardan, cüz-i iradesini sonuna kadar kullananlardan eylesin inşallah.