Daha ne kadar başını eğeceksin?
Türkiye’nin bir ilini düşünün; bu ülkenin en kalabalık on ikinci şehri. Ve TÜİK 2018 raporuna göre 1.732.396 kişilik nüfusa sahip bir vilayet. Yaklaşık 9000 yıllık bir geçmişe sahip olan Diyarbakır’ımız, her geçen gün artan suç oranları ile Türkiye’nin gündemine oturmuş durumda. Eğitimde yaşadığımız gerilemeler, ekonomide yaşadığımız bunalımlar, işsizlikten ötürü çektiğimiz dertler ve cefalar, hırsızların oluşumundan bıkmış ev sahipleri, vb. birçok sorunla boğuşan bir kadim kent düşünün. Ancak bunların her biri ile baş etmeye çalışan 9 bin yıllık bu şehir halen başını eğmiyor. Peki, sen daha ne kadar başını eğeceksin?
Şehrimiz ne yazık ki her geçen gün hem tarihini, hem kültürünü hemde örf, adet ve geleneklerini kaybediyor. Ve bu duruma bir ağıt yakıp, ‘‘edî besê (yeter artık)!!!’’ diyerek haykıracak bir gerçek Diyarbekir anası dahi kalmadı. Ama Diyarbakır’ım yine de bu sıkıntıları tek başına aşmaya çalışıyor ve 5 bin yıllık Surları ile hainlerle baş edip, başını eğmiyor. Peki, sen daha ne kadar başını eğeceksin? Daha ne kadar bu yaşanan zulüm ve acılara bir dur demeyeceksin?
Şairlerin, yazarların, müritlerin, zat-ı muhteremlerin, âlimlerin, büyük devlet adamlarının, ilimlerin, bilimlerin, sahabelerin ve peygamberlerin diyarı olan benim canım memleketim artık kan kusuyor. Ve bir insan evladı bile çıkıp, bu duruma bir dur diyemiyor. Ancak Diyarbekir’im halen eğilmiyor ve dertlerini, üzerine yük olan bazalt taşları ile ödüyor. Peki, sen daha ne kadar başını eğeceksin? Daha ne kadar bu yaşlı şehri hur göreceksin?
Ey benim canım şehrim ve bu şehrimin fertleri – evlatları, ne zaman şehrinize sahip çıkmak için harekete geçeceksiniz? Hangi ara bu kadim memleketi layığı olduğu konuma getireceksiniz? Bu şehir (- ki 33 medeniyete ev sahipliği yapmış tarihi bir kadim memlekettir) her soruna karşı baş etmektedir ve halen başını eğmemektedir. Peki, sen daha ne kadar başını eğeceksin? Ne zaman bu aziz şehrini, başta ülken olmak üzere tüm dünyaya tanıtacaksın?
Benim güzel surlarımın içerisinde esrarcılar baş çekerken, uyuşturucu satıcıları ring atarken, hırsızlar keyif çatarken, gençler buralarda ismini anmayacağım koru zehirlere maruz kalırken; hepsine yine kol kanat gerip sahip çıkan Diyarbekir’imdir. Ve fakat halen bir nebzede olsa başını eğmedi. Peki, sen daha ne kadar başını eğeceksin? Ne zaman gençlerine, evlatlarına, çocuklarına ve halkına sahip çıkacaksın?
Artık bu şehirde yeni bir Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmed Arif, Sezai Karakoç, Ziya Gökalp, El Cezeri, Gazi Yaşargil, Celal Güzelses, Molla Gürani, İdris-i Bitlisi çıkmıyor. Çünkü sahipsiz kaldı benim memleketim. Ancak benim güzel şehrim yine de edibine, şairine, yazarına, kendisine sahip çıkmaya çalışan herkese destek veriyor, aş veriyor, su veriyor. Keza halen başını eğmedi. Peki, sen daha ne kadar başını eğeceksin? Ne zaman halkının gerçek fertlerine destek vereceksin, kulağını tıkamayıp onlara ne zaman yardım edeceksin?
Peygamberimiz (s.a.v)’in övgüsüne mazhar olmuş bu şehrimiz; Iyaz bin Ganem, Halid bin Velid, Süleyman bin Halid’in kanla başla mücadele ederek İslâm topraklarına kattığı bu şehrimiz, artık ne zaman eskisi gibi görkemli ve kudretli bir konuma gelir bilemem. Ancak Diyarbekir’im halen kanla, başla mücadele ediyor ve şanını, şerefini kaybetmeyip başını eğmiyor. Peki, sen daha ne kadar başını
eğeceksin? Daha ne kadar yerlerde sürünen sancağını kaldırmayıp, önce öpüp sonra başına dokundurtmayacaksın?
Surlarımın taşları bir bir yıkılıyor, tarihi yapılarımız ise tek tek harabeleşmeye başlıyor, gençlerimiz de kötü ve yanlış yollara sürükleniyor, uyuşturucu baronları keyif çatıyor, ebeveynlerin ahlaki ve dini normları zarar görüyor. Ama benim şehrim halen başını eğmiş değil. Her derde derman olmaya çalışıyor. Peki, sen daha ne kadar başını eğeceksin? Ne zaman bu şehrin bir evladı olduğunu aklına getireceksin?
Tam 5 bin metrelik bir Sur düşünün, 82 tane tarihi burcu var, bu Sur’un içerisinde ise sayamayacağım onlarca eşsiz eser ve yapı yer almaktadır. Ne yazık ki hatalarımızın, günahlarımızın, suçlarımızın, yanlışlarımızın ve daha nice sayamayacağım olumsuzluklarımızın cezasını bu Surlarımız, burçlarımız, Fatih Cami’lerimiz ve Dört Ayaklı Minare’lerimiz çekiyor / çekmeye devam ediyor. Ancak benim güzel şehrim bu gibi durumlara karşı kan kusmasına rağmen, nefesi daralmasına rağmen, ihtiyarlaşıp ölüme / yıkılmaya mahkûm bırakılmasına rağmen halen başını eğmedi. Peki, sen daha ne kadar başını eğeceksin? Sen o harabeye çevrilen camide başını nasıl secdeye yaslayabileceksin?
Ben bu yazımı yazarken biraz hüznümü, biraz da kederimi belirttim. Hz. Hüseyin’e yapılan zulüm geldi aklıma; kimse benim güzel şehrime bir tas su bile uzatmıyor. Ölsün istiyorlar, gözyaşı akıtsın, dert görsün, sıkıntı çeksin istiyorlar. Ancak bilmezler ki benim Diyarbekir’im halen başını eğmiyor. Peki, sen daha ne kadar başını eğeceksin? Ne zaman bir şehrin olduğunu aklına getireceksin?