Bir devletin bütün organları bir saatin çarkları gibi çalışırsa kimsenin kimseye aracı olması (tavassut) yolunda bir ricada bulunması gerekmez.
Bizim ülkemizde devletimizin kuruluşundan beri sürekli bir gizli ve aleni (açık) rüşvet olayı adeta kaide haline gelmiştir. Meşru bir hakkınızı elde etmek için dahi mutlaka araya bir aracı koyma gereği duyarsınız. Aksi halde o hakkınızı elde etmek için ya gereksiz zaman kaybedersiniz ya da hakkınızı hiç elde edemeyebilirsiniz.
Bu halimizi yediden yetmişe bilmeyen yoktur. Devlet büyüklerimizden tutun da en cahil insanımız dahi bunu adı gibi bilmekte ve onu sanki meşru bir durum gibi içselleştirmiş vaziyettedir.
Bu devletimizin en büyük ve en korkunç zaafıdır.
Neden biliyor musunuz?
Böyle bir devlette bireylerin yönetenlere karşı gerçekçi bir güven duygusu olmaz . Var gibi görünen güven gerçekte sahte bir güvendir. Çaresizliğin bir sonucu olan güvendir.
Vatandaş devletine tereddütsüz güven duymak ister. Kendi alın teri ile ayakta tuttuğu devlet de bu güvene layık olmak için asla taviz vermemek zorundadır.
Kamu görevi yapan kişiler, yerine getirdikleri görev dolayısıyla sürekli nüfuz kullanmakta ve hizmet vermek zorunda oldukları vatandaşı kendilerinden küçük görmektedirler.
Sıradan bir vatandaş, Cumhurbaşkanına , bir bakana, bir müsteşara, valiye, hakim veya savcıya ve hatta en alttaki memura neredeyse selavat ile yaklaşabilmektedir.
Bu saydıklarımın önemli bir kısmına zaten yaklaşması dahi hiç mümkün değildir. Hani bizim milletvekillerimiz, seçilene kadar aramızda dolaşıp bizlere ballı vaatlerde bulunan o sözde vekillerimiz. Seçildikten sonra adeta sırra kadem basarak birden bire yok olmuyorlar mı?
Biz bu vekillerden nasıl hizmet bekleyeceğiz? Bunlar asla bizleri düşünen görevliler değildir ve hiç olmamıştırlar.
Devletin kasasından kendileri ne kadar para alıyorlar başkalarına ne veriyorlar, sadece buna bakarak dahi onların adalet dağıtacak yasaları çıkarmalarının imkânsız olduğunu hemen anlayabiliriz.
Bunlar seçildikten sonra neden kaybolduklarının espirisi de burada yatmaktadır. Bunların milletin arasına girecek yüzleri yoktur. Kendilerine sorulacak sorulara cevap verecek durumda değildirler.
Biz vatandaşlar olarak bu durumların bilincinde hareket etmek ve buna göre tavır almak zorundayız. Aksi halde devlet adı altında omuzlarımıza yüklenen yük gerçekte yönetenlerin ve bir avuç mutlu azınlığın yüküdür.
Son günlerde sayın Meclis Başkanımız Prof.Der.Mustafa Şentop beyefendinin beyanını duydum. Milletvekillerimizin geçim sıkıntısından söz ediyordu. Ne büyük talihsiz bir beyan.
Adamın halkı düşündüğü yok, milletvekillerinin 23 bin lira civarında maaş ve bir o kadar da itibar geliri olanları düşünüyor. Üstelik bu bir bilim adamı. Yazıklar olsun diyorum ne diyebilirim.
Yahu hangi milletvekili fakir, bir tanesini bana gösterin. Bunların hepsi Karun gibi zengin be kardeşim. Biz hangi ülkede yaşıyoruz ben anlamıyorum.
Milleltvekilliği yapmak çok mu zor bir iştir. Bir parmak kaldırıp indirmenin dışında ne yapıyorlar. Ne özellikleri var bunların. ?Haram değil mi aldıkları o paralar dahi. Bir de yetmiyor demesinler mi? Vah vah vah…..
Yahu o kadar söylenecek söz var ki, hangisini desem bilemiyorum. Ama herkes anlıyor diye söylemiyorum.
İktidarı muhalefeti burada hep aynı görüşteler, maaşları yetmiyor. Yapmayın yahu. Sizin işinizi aldığınız paranın dörtte birine yapacak milyonlarca insan var bu ülkede sizin haberiniz yok mu? Belki de yoktur. Boş oturan insanların ne haberi olur ki.?Kendilerini bulunmaz hint kumaşı sanıyorlar.
Bunların hiç birine hakkımı helal etmeyeceğim. Bunlar bu milletin hakkını yiyorlar. Yedikleri ve çoluk çocuklarına yedirdikleri lokmalar haramdır.
Gelirin adil dağıtılmadığı bir ülkede zulüm vardır. Kan ve göz yaşı vardır. Böyle bir devlet maalesef uzun süre ayakta duramaz. Yetsin artık bu aymazlıklar, bu saltanat düşkünleri anlasınlar bu söylediklerimi. Yoksa yarın çok geç olabilir.
06.08.2019 M.Sadullah SAĞLAM