Şöyle, dünya siyasi tarihine bakıldığında birçok imparatorluklar, yapmış oldukları menfi veya müspet işerle beraber anılırlar.
Bu İmparatorlukların içinde Osmanlı’nın ayrı bir yeri olduğunu düşünüyorum.
Detaya girmeden.
Neden Osmanlı diyorum.
Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan (1299) bu yana dünyaya adalet dağıtmayı kendine görev bilmiş bir milletin temsilcisidir.
Ayrıca dünya ülkelerindeki gelişmeleri takip etmiş, bu gelişmeleri kendi ülkesine de kibir ve gurur yapmadan gelmesini sağlamış bir Millettir.
Bundan dolayıdır ki, her padişah en az üç yabancı dil bilmenin yanında, edebiyat, matematik, cebir, fıkıh, ahkâm, siyer ve buna benzer ilimleri de bilmekte idiler.
Her padişah kendinden bir önceki atasının yaptığının bir fazlasını yapmaya gayret etmiştir.
Birçoğu da genç yaşta vefat etmiştir.
İşte!
Bunlardan biriside Fatih Sultan Mehmet Han (2nci Mehmed) dir.
“Fatih” unvanını İstanbul’u fethettikten sonra almıştır.
19 yaşında tahta geçmiş 49 yaşsıda vefat etmiş 30 yıl süren yönetimi sırasında akla hayale gelemeyecek olan işlere imza atmış. Bunları hiçbir zaman gurur ve kibir halene getirmemiş.
Çağ açmış çağ kapatmış zamanlar önde gelen dillerden Arapça, Sırpça, Latince, Yunanca dillerine vakıf, Molla Hüsrev, Molla Gürani, Akşemseddin gibi âlimlerden, Matematik, tıp ve edebiyat dersleri almış, şair çok maharetli maharetini milletinin geleceği için kullanan bir “deha” idi.
Her gelen padişah İstanbul’u almak kendi topraklarına katmak istiyordu ama ne çare.
Fatih Sultan Mehmet Han Hz.leri bu yola Peygamberimiz Hz. Muhammed SAV Hz.lerinin Hadisi Şerifine mazhar olmak için baş koymuş anlı, şanlı bir Osmanlı padişahıdır.
Fatih Sultan, fetih işine önce Anadolu Hisarının karşısına Rumeli hisarını yaptırmakla başladı. Böylece boğazı tamamen kontrol altına aldı.
Bizanslılarında tek emeli olan Anadolu’ya geçip Ortadoğu’ya hâkim olma heveslerini kursaklarında bıraktı.
Bilindiği gibi 53 gün süren savaş sonrası 29 Mayıs 1453 de Rabbim Zaferi nasip etti.
İşte bu fetih önceleri kitaplara yazılarak ifade edilmeye çalışıldı.
Daha sonraları filmlere konu oldu.
Bu filmlerden birini izleme imkânım oldu.
Bu kadar anlı şanlı ve başarılarla dolu bir hayat ancak bu kadar basite indirgenerek sunulabilirdi.
Bir defa Fatih denildiğinde, Akşemseddin anlaşılmaktadır.
Fatih Sultan Mehmet ve diğer bütün padişahlarımız maneviyata çok değer vermişler.
Hz. Peygamberimizin yolunu kendilerine şiar edenmişler ve bu yoldan sapmama üzerine yemin etmişlerdir.
Filim maneviyattan uzak, seyircinin istek ve beklentilerinin yanından bile geçmemiş.
İslami gelenek ve göreneklerinden mahrum bir yapıya büründürülerek (Bilerek ve kasti olduğuna inanıyorum) yapılmış.
Filimde ki bir sahne; ezan okunuyor (Manevi açıdan tek sahne) ezan okunurken bir hanımı gösteriyor, işte kıyafetini değiştiriyor.
Bu mu yani,
Ezan okunurken kadının mahremiyetini, sergilemek.
Yine Fatih Sultan çok akresif, sinirli, itici bir kişilik olarak tanıtılıyor. Eşi (Gülbahar hatun) ve çocuğu (2nci Beyazıt) çok uzak yoldan geldikleri halde o çocuğunu kucağına dahi almıyor.
İlgisiz bir eş ve baba şefkatinden yoksun, olarak tanıtılmaya çalışılıyor.
Çocuk orada çok mahcup duruma düşüyor. (Vurgu yapılmak istenen şey şu; Ya padişah da çocuk mu sever)
Vezirlerine kızan, bağıran, çağıran, Fetih geciktiği için kendini çadıra kapatan, kızdığı anda onu, bunu sürgüne gönderen kimse ile görüşmeyen hatta bir ara babasının tespihini kesip üzerine ayakları ile basan.
İsyan eden bir kişilik olarak tanıtılmış.
Filmin yönetmeninden tutunda senaryoyu yazana kadar kim görev almışsa Fatih Sultan Mehmet’in hayatını okumalarını tavsiye ediyorum.
Fatih Sultan Mehmet Han çok beyefendi, çok nazik, olaylara vakıf, İmani noktada zirveye ulaşmış her yaptığı işi Allah için yapan, İstanbul’un Fethinin İslam’ın geleceği açısından önemli olduğu için yapılması gerektiğini bilen ve bunu yaparken en az zayiatla yapmanın planlarını yapan bir şahsiyetti.
Bu kadar işlerle uğraşırken namazını hiç kaza etmemiştir.
Fetihten sonra, dünya ülkelerinde ilim, bilim ve sanat adına ne varsa Osmanlıya taşıyan ileri görüşlü, ferasetli bir insandı.
Bütün bunlardan yoksun içi boş bir filim izledim ve hayal kırıklığına uğradım.
Ulubatlı Hasan’a biçilen rol ’un sahnelenmesi kadar Fatih ön plana çıkarılmadı.
Bu filmi ben atalarımıza saygısızlık olarak nitelendiriyorum.
Bu işlerle uğraşan kardeşlerimde şunu diyorum. Bunun karşısında gerçekleri yansıtan gerçek Fatih’imizin hayatını konu alan bir filim yapalım.
Böyle filimler yapıldığı müddetçe, neslimiz bozulacak atamızı, ecdadımızı tanımaz hale geleceğiz.
Daha sonra da Fatihin fethettiği Şehri’ne başkan seçilirsin, onun kabrini ziyarete giderken, lakayt bir şekilde ellerin arkada sanki kırda dolaşır gibi (Ekrem İmamoğlu) gidersin.
Neden biz böyleyiz.
Neden Yazarımızla aydın kişilerimizle, sanatçımızla geçmişimize bir Japonya, bir Rusya kadar sahip çıkmıyoruz.
Şunu da biliyorum kim ne yaparsa yapsın, kim ne yazarsa yazsın “Güneş Balçıkla sıvanmaz”
Sonunda da kendi canavarını kendin yetiştirmiş olursun.
Son söz.
Geçmişine sahip çıkamayan nesillerin geleceği de olmaz.