“ÇÖP POŞETİ GİYDİRİLEN VE HAYVAN NAKİL ARACIYLA SEVK EDİLEN POLİS KATİLİ.
“Geçtiğimiz günlerde, İstanbul Ümraniye'de motosiklet hırsızlığı şüphelisi olarak nezarette tutulurken polislerin elinden kaçan Yunus Emre Geçti’yi, biri kadın iki polis yakalamaya çalışırken, kaçak zanlı, boğuşma esnasında, erkek polisin belinden aldığı silahla ateş ederek kadın polis Şeyda Yılmaz’ı şehit etti.”
“Daha sonra bir operasyonla yakalanan saldırgan, siyah çöp poşeti giydirilerek iki kadın polis eşliğinde hayvan taşıma aracıyla adliyeye götürüldü.”
(Sosyal medya haberlerinden)
Türk halkını üzüntüye boğan ve ülke çapında infiale yol açan polis memurunun şehit edilmesiyle ilgili katil zanlısının yakalanması ve adliyeye sevk edilmesi sırasında yaşananlar, önemli soru işaretlerini gündeme getirmekte ve bizlere Türkiye’de güvenlik ve adalet sisteminin yapı ve işleyişine dair kapsamlı ve çok boyutlu bir analiz ve değerlendirme çerçevesi sunmaktadır.
Olay ve ardından yaşananlarla ilgili, bir yandan hukuk, adalet ve güvenlik sisteminin işleyişi, diğer yandan bireysel ve toplumsal tepkilerin niteliği yönünden dikkate alınması ve irdelenmesi gereken 4 önemli nokta var:
1. Yargılama, Ceza ve İnfaz Sisteminin Yetersizliği
Oldukça genç bir yaşta, 19 yaşında 26 sabıka kaydı bulunan saldırganın, geçmişte defalarca yakalanmasına ve yargı önüne çıkarılmasına rağmen, elini kolunu sallayarak toplum içinde serbestçe dolaşabilmesi; gerek güvenlik sisteminin, gerek adli takip, yargılama ve infaz sisteminin, suçluların suç işlemeye devam etmelerini engelleyecek bir caydırıcılık sağlayamadığını ve verebilecekleri zararlardan toplumu koruyamadığını gösteriyor.
14-15 yaşlarından itibaren suç işlemeye başlayan saldırganın, 19 yaşına kadar 5 yıl içinde 26 sabıka kaydına ulaşmasından, bu süre zarfında işlediği suçlara karşılık etkili bir ceza almadığını ve neredeyse hapiste hiç yatmadan veya çok kısa aralıklarla kaldıktan sonra salıverildiğini anlayabiliyoruz. Bu aynı zamanda bize, yargı ve ceza sisteminin, özellikle genç suçluları izleme, rehabilite etme ve topluma yeniden kazandırma işlevini yerine getirmede çok etkisiz ve başarısız olduğunu gösteriyor.
2. Polisin Müdahale ve Önlemedeki Güçsüzlüğü ve Yetersizliği:
Saldırganın olaydan günler önce, karakolda nezarette iken görevli polisleri atlatarak ellerinden kaçması, ardından yakalanma operasyonu sırasında erkek polis memurunu gafil avlayarak silahını belinden alıp diğer polisi şehit etmesi ciddi ve vahim bir olaydır.
Gözaltındaki zanlıyı elinden kaçırmak ve belindeki (veya elindeki) silahını hasmına kaptırmak; sorumlular hakkında, ihmal, dikkatsizlik ve görevini yerine getirirken gerekli profesyonel mahareti sergilememek yönlerinden idari ve cezai takibatı yapılmasını gerektiren ağır görev kusuru niteliğindedir.
Yaşananlarda, her nedense bütün dikkatler şehit edilen kadın polis memuru üzerinde yoğunlaşmış, polisin, suçluları takip, yakalama, etkisiz hale getirme ve kontrol altında tutma konusundaki yeterlilik ve etkililiğini sorgulatacak derecede önemli olan bu ayrıntılar gözden kaçmıştır.
Polisin varlık nedeni ve görevinin icabını yerine getirirken üstlenmesi gereken fonksiyon, herhangi bir tepki göstermeyen ve uslu bir biçimde kendilerine tabi olan zanlıların ifadesini almak veya onları adliyeye götürmekten ibaret değildir.
Bu konudaki sorumlulukları, kendilerine mukavemet eden ve kaçma teşebbüsünde bulunan, hatta saldırarak zarar verebilecek suçluları etkisiz hale getirmeyi ve ellerinden kaçırmayacak şekilde tam bir kontrol ve denetim altında tutmayı da kapsamaktadır. Meslekleri gereği zaten bunun için eğitim almışlar ve bu konularda görevlendirilmişlerdir.
3. Katilin Adliyeye Götürülme Biçimi:
Katilin adliyeye, çöp poşeti giydirilerek hayvan nakil aracıyla götürülmesi, işlediği cinayet nedeniyle toplum nezdinde hak ettiği aşağılanmayı, fiziki ve manevi dışlanmışlığı açıkça herkese göstererek insanlardaki öç alma duygusunu tatmin etmeyi ve bu suretle toplumun vicdanını rahatlatmayı amaçlıyor.
Katilin toplum nezdindeki değerinin düşürülmesine yönelik bu sembolik uygulama;
-Soğukkanlılık ve profesyonellikten uzak, güvenlik ve adalet sisteminin duygusal tepkilerini yansıtan olgunlaşmamış bir tavırdır.
-Güvenlik ve adalet birimlerinin, olaylara profesyonel ve soğukkanlı bir şekilde yaklaşması beklenir. Bu tür sembolik hareketler, kurumların olgunluk seviyesini ve topluma verdiği mesajı sorgulatabilecek niteliktedir.
-Zanlının topluma zarar vermesi karşısında güvenlik güçlerinin intikamcı bir tepki göstermesi, halk arasında popülist bir destek görse de, uzun vadede adaletin duygusal bir intikam aracı haline geldiği algısını oluşturur ve hukuk sisteminin temellerini zedeler.
Güvenlik ve adalet sisteminin bu tür yaklaşımlar yerine, olgun ve profesyonel bir şekilde hareket etmesi beklenir. Bu durum, adaletin soğukkanlı, tarafsız ve rasyonel temellerde inşa edilmesi gerektiği ilkesine ters düşer. Güvenlik güçlerinin zanlıya yönelik bu davranışı, sistemin olaylara rasyonel ve işlevsel açıdan değil, duygusal bir perspektifle yaklaştığını göstermektedir.
Süreç boyunca yürütülen uygulamalar kapsamında, sergilenen; Tekil,Bireysel, Reaksiyoner, Ergence, Duygusal tatmin amaçlı, Soğukkanlılıktan yoksun, Geçici nitelikte, Sistem temelli ve kurallı olmaktan ve belli bir yönteme dayanmaktan uzak, Akıl ve stratejiden yoksun “Suçluları gerektiği gibi cezalandırmaktan ve toplumu şerlerinden korumaktan aciziz; bari onları aşağılayarak hıncımızı alalım” anlayışını yansıtan böylesi tavır ve davranışlarla, dışarıya ve kamuoyuna güvenlik ve adalet sistemimizin güçsüz, etkisiz ve yetersiz bir yapı ve işleyişe sahip olduğu mesajı verilmiştir
Güçlü, etkili ve profesyonel bir güvenlik ve adalet sisteminin ve sistemi temsil eden polis ve yargı mensuplarının, suçlularla; Bireysel sorunu olmaz, Sürtüşmeye girmez, Kavga etmez, Bireysel hınç ve rövanş almaz, Misilleme yapma davranışı göstermez, Lanet okumak ve öfke beyanında bulunmak gibi amatörce tutumlar sergilemez.
Öncelikle; Önleyici ve caydırıcı olma işlevini yerine getirir. Suç işlenmesi anında yerinde ve zamanında gerekli müdahaleyi yapar ve suçluyu etkisiz hale getirir. Yakalan suçlu usulünce yargılanır; gereken etkililikte, caydırıcılıkta ve şiddette cezaya çarptırılır.
Verilen ceza sulandırılmadan, gevşekliğe ve istismara meydan verilmeden tam olarak uygulanır
4. Toplumun, Saldırganın Adliyeye Götürülme Biçimine Karşı Yaklaşımı ve Sergilediği Tavır:
Saldırganın adliyeye bu şekilde götürülmesi, toplumun çeşitli kesimlerinden yaygın ölçüde takdir ve beğeni toplamıştır.
Polis memurunun şehit edilmesi olayının toplumda haklı olarak güçlü bir öfke ve üzüntü meydana getirmesi beklenir. Bu tür olaylara karşı toplumun duygusal tepki vermesi doğal bir davranıştır. Ancak zanlının adliyeye çöp poşeti içinde ve hayvan nakil aracıyla götürülmesi, bu duygusal tepkinin akılcılıkla dengelenmek yerine, intikamcı bir sembolizmle dışa yansıtıldığını gösteriyor.
Toplumsal duyarlılık, duygularla rasyonalite arasındaki dengeyi bulmayı gerektirirken, bu olayda duyguların daha baskın olduğu görülmektedir.
Toplumun bu olayı beğeniyle karşılaması, adaletin intikam yoluyla sağlanabileceği düşüncesinin yaygın olduğuna işaret ediyor. Bu, toplumsal olgunluk seviyesinin düşük olduğuna dair bir göstergedir. Olgun ve rasyonel toplumlar, adaletin soğukkanlılıkla yerine getirilmesi gerektiğine inanırlar. Cezalandırıcı semboller ve intikamcı tavırlar, henüz olgunlaşmamış bir toplumsal yapıya işaret eder.
Toplumların olayları ve olguları akılcı, sağduyulu, soğukkanlı ve yetkin bir şekilde değerlendirebilme kapasitesi, toplumsal bilinç, zeka ve olgunluk seviyesiyle yakından ilgilidir.
Gösterilen tepki, toplumumuzun; Toplumsal rasyonalite, Toplumsal zeka, Kollektif bilinç, Toplumsal olgunluk, Toplumsal duyarlılık yönünden gelişmemiş ve yetersiz bir düzeyde bulunduğuna işaret etmektedir.
Toplumun büyük bir kesiminin bu olayı onaylaması, kolektif bilincin duygusal tatmin arayışında olduğunu ve adaletin uygulanma biçiminden ziyade, sembolik intikamla rahatlama eğiliminde olduğunu göstermektedir. Bu, toplumun rasyonel ve adalet temelli bir yaklaşım geliştirmekte zorlandığını ifade eden bir durumdur. Kolektif zekâ, bireysel tepkilerin bir araya gelerek akılcı bir toplumsal tavra dönüşmesiyle ölçülür. Oysa burada, kolektif bir öfkenin ve intikam arzusunun daha baskın olduğu gözlemlenmektedir.
Burada toplumun, ayrıca, zanlının insan onuruna saygı gösterilmeden cezalandırılmasını memnuniyetle karşılayarak adaleti daha çok bir "gözdağı verme" aracı biçiminde görmüş olduğu orta çıkıyor. Bu durum, toplumun adaleti, hukuk kurallarının soğukkanlı, tarafsız ve eksiksiz bir şekilde uygulanmasından çok, intikamcı ve sembolik cezalar yoluyla sağlanması gereken bir olgu olarak algıladığını göstermektedir.
Bu tür bir yaklaşım ve gösterilen tepkiler sonrasında, şöyle bir toplumsal zihniyet profil ortaya çıkıyor:
Duygusal ve Tepkisel: Toplum, olaylara duygusal ve ani tepkilerle yaklaşmaktadır. Zanlının adliyeye götürülme şekline duyulan beğeni, adaletin duygusal tatminle özdeşleştirildiğini gösteriyor.
Düşük Toplumsal Olgunluk: Olayların soğukkanlılıkla ele alınmasından çok, sembolik cezalandırma ve intikam arayışı daha baskındır. Bu, toplumsal olgunluğun ve rasyonel adalet anlayışının gelişmemiş olduğuna işaret ediyor.
Kolektif Rasyonalite Eksikliği: Toplum, adaletin sağlanması ve suçla mücadelede uzun vadeli, yapısal çözümlerden çok, kısa vadeli ve gösterişli şekilde ele almaktan uzak olduğunu gösteriyor.
Adaletin İntikam Olarak Algılanması: Adli yetkililerin ve polisin yaklaşımına ve toplumun buna verdiği olumlu tepkiye bakıldığında, adaletin intikam ve sembolik cezalandırma üzerinden değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bu durum, hukuk sisteminin olgunlaşması ve toplumun adalet anlayışının daha yüksek bir seviyeye ulaşması gerekliliğini vurguluyor.
SONUÇ: Türk toplumunun, ülkede can ve mal güvenliğinin sağlanması, temel hak ve özgürlüklerin korunması, adaletin ve kamu düzeninin gereklerinin yerine getirilmesi konularına bakışı ve bu çerçevede yaşanan olayları değerlendirme biçimi; demokratik gelişme standartlarından uzak bir zihniyeti, zayıf ve sorunlu bir algılama becerisini ve oldukça düşük bir sosyal olgunluk düzeyini yansıtıyor.
Süreç içinde yaşananlar, güvenlik ve adalet sisteminin, suçluları gerektiği şekilde takip edip yakalama, gereken şiddette ve caydırıcılıkta cezalandırma, verdiği cezaları usulünce infaz etme ve sonuçta masum insanların can ve mal güvenliklerini koruma konusundaki yetersizliğini ve işlevsizliğini ortaya koymaktadır.
Polis ve adliye birimlerinin bu alanlarda üzerlerine düşen görev sorumluluğunu ve gereklerini yerine getirirken sergiledikleri tutum ve davranış biçimi ve süreçleri yönetirken ortaya koydukları yetkinlik ve performans düzeyi, ne yazık ki bir ergenin zeka ve kavrayış kapasitesinin sınırlarını aşamıyor.
Toplumun, genç polis memurunun şehit edilmesinde, sadece ve bütünüyle 19 yaşında 26 sabıka kaydına ulaşan bir katilin üzerine abanarak sergilediği yüzeysel, intikamcı, ergence ve duygusal tepkilerle öfkesini dindirmesi ve vicdanını rahatlatma yoluna gitmesi, güvenlik ve adalet sisteminin kangrenleşmiş sorunlarının göz ardı edilmesinden başka bir sonuç getirmez.
Polis memurunun şehit edilmesine giden yolda, cinayetin faili olmakla birlikte aslında bir yönüyle güvenlik ve adalet sisteminin de kurbanı olan katilden önce odaklanılması gereken noktalar;
Yetersiz ve caydırıcılıktan uzak ceza hükümleri,
Sulandırılmış ve göstermelik infaz sistemi,
Güçsüz ve etkisiz polis müdahalesi,
Sorgulanmayan, hesabı sorulmayan ve görmezden gelinen hatalar ve ihmaller zinciridir.
Çöp poşeti içinde zanlının adliyeye götürülmesi gibi sembolik ve duygusal tepkiler, kısa vadede halkın öfkesini dindirebilir, ancak uzun vadede sistemin işlevselliği ve sürdürülebilirliği açısından zarar vericidir. Güvenlik ve adalet sistemlerinin olgun, soğukkanlı ve işlevsel bir yaklaşımla yönetilmesi, sürdürülebilir güvenlik hizmeti açısından zorunludur. Duygusal tepkilerin hakim olduğu bir sistem, uzun vadede etkililiğini ve güvenilirliğini kaybeder.” (Pırof. Dr. Ulvi Saran’dan alıntıdır)