Yıl 1960’tı. Temmuz ayı, son on yılın en sıcak günlerinden birini yaşatıyordu insanlara. Güneş, gökyüzünde adeta durmadan parlıyor; gölgeler bile terliyordu. O kavurucu yaz gününde iki bebek dünyaya geldi: Aslı ve Turgay. İkisi de teyze çocuklarıydı yani anne tarafından kuzenlerdi. Aynı ay içerisinde doğmuş adeta kader onları daha doğmadan bir araya getirmişti.
Aslı esmer teni, mavi gözleri, orta boyu ve dalgalı saçlarıyla dikkat çeken bir kız çocuğuydu. Turgay ise uzun boylu, kahverengi gözlü, düz saçlı ve esmerdi. Çocuklukları iç içe geçmişti; birlikte oynar, birlikte yer içer ve birlikte gülerlerdi. Aralarındaki bağ öylesine kuvvetliydi ki yaşadıkları küçük tartışmalar, küslükler kısa sürer ve ardından kahkahalarla barışırlardı. Zamanla bu bağ sadece arkadaşlıktan öte bir alışkanlığa bir ruh yoldaşlığına dönüşmüştü.
Aynı mahallede büyüdüler. Aynı ilkokulda, aynı ortaokulda, lisede ve üniversitede okudular. Ancak ortaokul yıllarında kısa bir ayrılık yaşamak zorunda kaldılar. Turgay beyninde çıkan tümör nedeniyle tedavi için yurtdışına gitmişti. Ameliyat zorluydu ama başarılı geçmişti. Yaklaşık bir yıl sonra tekrar geri döndü. Aslı o dönem yaş olarak küçüktü ve ne olup bittiğini tam olarak anlayamamıştı. Ama Turgay’ın yokluğu kalbinde büyük bir boşluk bırakmıştı. Derslerine odaklanamıyor hiçbir şeye hevesi kalmıyordu. Sene sonunda sınıfta kalması bu eksikliğin ne kadar derin olduğunu özetler gibiydi.
Turgay’ın dönüşüyle Aslı yeniden hayata tutunmuştu. Eskisinden daha sıkı sarıldılar birbirlerine. Beraber ders çalıştılar beraber başarılar kazandılar. Aslı'nın hayali bir gün ses sanatçısı olmaktı. Turgay ise gökyüzünü mesken tutmak pilot olmak istiyordu. Ancak zamanla hayalleri de değişti; çocukluk hayallerinin yerini daha gerçekçi hedefler aldı. En sonunda her ikisi de hukuk fakültesine girip biri hâkim diğeri savcı olma hedefinde birleşti.
Üniversitenin son sınıfına geldiklerinde bir gün Turgay ders çıkışı eve dönüş yolunda Aslı’ya gülerek sordu:
“Aslı hiç bana göre bir kız arkadaşın yok mu? Hani tanışabileceğim evlenebileceğim biri?”
Aslı duyduklarına önce inanamadı. Dondu kaldı. Yıllardır içinde biriktirdiği duygular boğazında düğüm olmuştu. Turgay’ın bu kadar umursamaz bir şekilde sorduğu soru, içini acıttı. Ama belki de bu onun için bir fırsattı. Gözleri öfkeyle ama içinde gizlenmiş bir hüzünle parladı. Dolu dolu gözlerle Turgay’a döndü:
“Eğer bakmasını bilirsen evlenilecek kızı karşında görürsün.”
Bu söz yıllardır kalbinde sakladığı sırrı açığa vurmuştu. Gözleri artık tutamayacağı yaşlarla dolmuştu. Hemen oradan uzaklaştı. Turgay donup kaldı. Sözlerin anlamı yavaş yavaş zihnine yerleşti. “Az önce gönlünün bende olduğunu söyledi.” diye düşündü kendi kendine. O gece sabaha kadar uyuyamadı. Duygularını tarttı yıllardır bastırdığı hislerle yüzleşti. Aslında o da Aslı’yı seviyordu ama bir türlü kendine bile itiraf edememişti.
Ertesi gün ailesiyle konuştu. Konuyu daha fazla uzatmadan resmiyete dökmek istiyordu. O akşam Aslı’yı istediler. Her iki taraf da mutluydu. Bir ay sonra söz yüzükleri takıldı. Altı ay içinde nişan yapıldı ve üniversite bitince evlendiler. Aslı'nın o gün attığı cesur adım hayatlarının temelini oluşturmuştu.
Yıllar hızla geçti. Aslı hâkimlik, Turgay ise savcılık hayalini gerçeğe dönüştürdü. Hayatlarını meslekleriyle birlikte büyütürken sıra çocuk sahibi olmaya geldi. Dört yıl sonra kızları Zeynep dünyaya geldi. Ama aylar geçtikçe Zeynep’te bazı farklılıklar gözlemlemeye başladılar. Hareketlerinde bir tuhaflık vardı. Doktora gittiklerinde önce bir şey çıkmadı ancak içleri rahat etmeyince başka bir hastaneye başvurdular.
Doktor gerekli tetkiklerin ardından acı haberi verdi: Zeynep’in kafatası ön kısmı tam olarak kaynamamıştı. Bu nedenle vücudunun hareket kabiliyeti kısıtlı olacaktı; yani Zeynep ömür boyu engelli yaşayacaktı.
O an dünya başlarına yıkıldı. İçleri acıdı ama pes etmediler. Kızlarını her hâliyle sevdiler bağırlarına bastılar. Aslı ise zamanla içine kapanmaya başladı. Kocasının sevgisinin azalacağını hatta belki de kendisini terk edeceğini düşündü. Ancak Turgay aksine daha çok sarıldı ailesine. Çocuklarına olan şefkati Aslı’nın içini ısıtıyordu.
Zaman geçtikçe ikinci bir çocuk sahibi olmayı istediler. Aslı, “Belki bu sefer her şey daha güzel olur.” diye düşünüyordu. Ve Hüseyin dünyaya geldi. Ama ne yazık ki onun da bazı sağlık sorunları vardı. O da engelli bir çocuktu.
Aslı tamamen çökmüştü. İçten içe kendisini suçluyor, “Turgay böyle bir hayatı hak etmiyor.” diye düşünüyordu. Çocuklarını çok seviyordu ama içinde bir yetersizlik hissiyle boğuşuyordu.
Bir gün dayanamayıp Turgay’ı karşısına aldı:
“Ben seni çok sevdim. Ama belki de seninle evlenmemeliydim. Şimdi iki engelli çocuğumuz var. Sen çalışıyorsun, ben çalışamıyorum. Sana yük olduk. Bizi arkanda bırak. Daha iyi bir hayat kur. Ben çocuklarımıza bakarım. Sen mutlu ol.”
Turgay bir süre sessiz kaldı. Gözleri dolmuştu. Sonra Aslı’nın dizlerinin dibine çöktü. Ellerini tuttu gözlerinin içine baktı:
“Aşkım… Ne olur beni senden ve çocuklarımdan ayırma. Siz benim hayatımdaki en kıymetli varlığımsınız. Seninle kurduğum bu yuvadan başka hiçbir şey istemiyorum. Yeter ki yanımda olun. Sizin yükünüz benim en büyük mutluluğum.”
Bu sözlerle birlikte Turgay hıçkırıklara boğuldu. Aslı da daha fazla dayanamadı gözyaşlarına boğuldu. Sarıldılar sıkı sıkıya… O an birbirlerine olan sevgileri bir kez daha sınanmıştı ve kazanan yine sevgileri olmuştu.
Artık daha güçlüydüler. Her şeyin üstesinden birlikte gelebileceklerine inanıyorlardı. Çünkü aşk, sadece güzel günlerde değil zor zamanlarda da sevdiklerinin elinden tutabilmekti. Ve onlar hayatın bütün yüklerini omuz omuza taşımaya yeminliydiler.
Burhan GÜL
Yüksek Makine Mühendisi