“Birkaç gün önce, 
Evde çocuklarıma ders veren 
Öğretmen hanımı 
Çalışma odama çağırmıştım…
“Otur, Julia Vassilyevna” dedim, 
“Aramızdaki hesabı kapatalım… 
Her ne kadar 
Şu anda paraya ihtiyacın varsa da, 
Resmi bir merasimde bekler gibi bekleyeceğini 
Ve 
Bir türlü kendiliğinden gelip 
Alacağını istemeyeceğini biliyorum…
Neyse, 
Gelelim hesabımıza;
Ayda otuz rubleye anlaşmıştık…”
“Kırk.”
“Hayır, otuz, not etmiştim, 
Çok iyi aklımda,
Hem ben öğretmenlere her zaman 
Ayda otuz ruble öderim… 
Bu duruma göre; 
Buraya geleli iki ay oluyor, dolayısıyla…”
“İki ay beş gün.”
“Tam tamamına iki ay. 
İşe başladığın günü özellikle not etmiştim…
Bu demektir ki, 
Altmış ruble kazanmışsın…
Ancak 
Sen bu iki aydan Pazar günlerini çık… 
Biliyorsun ki, pazarları Kolya’ya bir şey öğretmedin, 
Sadece beraber yürüyüşlere çıktınız. 
Ve üç tatil günü…”
Julia Vassilyevna kızgınlıktan 
Kıpkırmızı kesildi 
Ve 
Öfkeden iki eliyle sıkı sıkı 
Entarisinin eteklerine yapıştı,
Fakat hepsi bu kadar
Tek bir çıt dahi çıkarmadı...
“Dokuz Pazar, üç tatil günü, yani on iki rubleyi çık! 
Dört gün Kolya hastaydı, 
Dolayısıyla ders falan vermedin, 
Zaten o sıralarda Vanya ile uğraşıyordun... 
Üç gün de bir diş ağrısı yüzünden çalışmamıştın 
Ve
Karım sana öğleden sonraları dinlenmen için izin vermişti… 
On iki, yedi daha… 
Eder on dokuz. 
Altmıştan çıkar, geriye ne kalır?
Hım… 
Kırk bir ruble. Tamam mı?”
Julia Vassilyevna’nın sol gözü kızarmış, 
Yaşla dolmağa başlamış,
Çenesi hafifçe titriyordu… 
Sinirli sinirli öksürdü, hızla burnunu sildi,
Ancak hepsi bu kadar,
Tek bir çıt yok...
“Yılbaşına yakın bir gün, 
Bir çay bardağı ve 
Bir de tabak kırmıştın. 
Bunlar için de iki ruble çıkar. 
Çay bardağı dededen kalma antika olduğu için 
Aslında iki rubleden 
Çok daha fazla ederdi, ama neyse…
Boş ver,
İşin sonunda ben ne zaman zararlı çıkmadım ki! 
İhmalin yüzünden 
Kolya bir gün ağaca tırmanmış ve 
Ceketini yırtmıştı. 
Onun için de on ruble say. 
Yine senin dikkatsizliğinin yüzünden 
Hizmetçi kız Vanya’nın ayakkabılarını çalmıştı! 
Evde tüm olup bitenleri 
Dikkatle izlemen gerekir, 
Sana bunun için para veriyoruz. 
Dolayısıyla beş ruble daha çık. 
Ocak ayının sonunda sana on ruble vermiştim…”
“Hayır, böyle bir şey yapmadınız!” diye, 
Julia Vassilyevna 
Zorlukla yutkunarak cevap vermişti…
“Not etmiştim. 
Yanlış olmama imkân yok!”
“Şey… Peki, öyleyse.”
Kırk birden yirmi yediyi çıkar,
Kalır sana on dört.”
Kızcağızın şimdi iki gözü birden yaşla dolmuştu. 
Küçücük şirin burnunun altında da 
Ter damlacıkları belirmeye başlamıştı, zavallı kız!”
“Şimdiye kadar 
Bana bir kere para verildi” diye 
Titreyen sesiyle konuştu. 
“Ve o da sizin karınız tarafından. 
Hepsi üç ruble, fazla değil.”
“Sahi mi? Görüyor musun, ben onu not etmemişim! 
On dörtten üç daha çıkar, kalır on bir. 
Al azizim, işte paran: Üç, beş, 
Dokuz, on, on bir, tamam mı?”
On bir rublesini de avucuna koydum, 
Uzandı, aldı ve 
Titreyen parmaklarıyla cebine sokuşturdu.
“Mersi” diye boğuk bir sesle fısıldadı.
Birden yerimden fırladım ve 
Başladım odanın içinde 
Bir aşağı bir yukarı gidip gelmeye. 
Sinirlerim son derece bozulmuş, 
Kan tepeme fırlamıştı.
Kızgın kızgın;
“Ne için bu, ‘Mersi’” diye sordum.
“Verdiğiniz para için.”
“Hakkını yediğimi sen de bal gibi biliyorsun,
Aman Tanrım! 
Ne biçim insansın sen, görmüyor musun ki, 
Seni göz göre soydum! 
Daha ötesi var mı bunun, paranı çaldım! 
Ve sen hâlâ ‘Mersi’ diyorsun!”
“Bundan önce çalıştığım yerlerde 
Hiç vermemişlerdi.”
“Hiç mi vermemişlerdi? 
Şaşırmaya da gerek yok ya! 
Bana gelince, 
Sana ufak bir şaka yaptım. 
Sırf ders olsun, 
Öğrenesin diye bu insafsızca yolu seçtim… 
Merak etme, 
Seksen rublenin tamamını da sana vereceğim! 
Al işte, 
Hepsi şu zarfın içinde seni bekliyor… 
Ancak bir insanın
Bu kadar pısırık olabileceğine de 
hâlâ inanamıyorum! 
Neden haksızlığa başkaldırmıyorsun? 
Dünyada bu denli yüreksiz, 
Tabansız olmak mümkün mü?
Bu kadar ödlek olmak?”
Acı bir gülümseme 
Dudaklarının kenarında kıvrıldı. 
Yüzündeki ifade, “Mümkün”, diyordu…
Kendisine zalim bir yoldan 
Ufak bir ders verdiğim için özür diledim. 
O hâlâ şaşkın şaşkın bakınırken 
Eline seksen rubleyi sıkıştırdım… 
O
Yine her zamanki ‘Mersi” diyerek, 
Mırıldanır gibi üst üste defalarca teşekkür etti 
Ve
Odadan çıktı. 
Arkasından bakarken 
Kendi kendime düşünüyordum:
“Şu dünyada zayıfları ezmek ne kadar kolay!”

Evet
Yukardaki hikâye,
1904 yılında ölen Rus yazar
Anton Çehov tarafından yazılmış…
Sanki
Bizi görerek, yazmış…
Soruyorum bir emekliye,
“Kaç para maaş alıyorsun?”
12, 500 şükürler olsun” diye söylüyor…
Lannnn
Laaaaaaaaaaaaaaaannnnnnnnnnn,
Elbette 
Dinimizde şükür vardır…
Ancak
Göz göre göre soyuluyoruz…
40-50 emekli maaşını
Bir ayda alanlar,
Bir kira parası bile etmeyen
Bu miktarı,
Sana layık görüyor…
Açlık sınırı 20.000 TL’nin üstüne çıkmış
Ve
Emeklinin
Açlıktan ölmesini bekliyorlar…
Fakirlik sınırı
Ve
İnsan gibi yaşamın
70.000 TL’yi bulması,
Bizi yönetenlerin umurunda bile değil…
120 emeklinin aldığı maaşı
Bir ayda alan Genel Müdür de,
Bu ülkede yaşıyor…
Aynı kişiler
Simit, çay hesabı yapıp,
O zamanki
İktidara yüklenmekte beis görmüyordu…
Her öğünde
Başka bir şey yemezse
Ve
Çay içip, simit yerse bile
Yine
Verilen bu maaşı çok geçmekte…
Yeraltı ve
Yerüstü zenginlikleri ile
Dünyayı doyuracak ülkemizde
Bu millete layık görülen
Muamele 
Ne yazık ki bu…
Ve
Dinine bağlı bu milletten,
Şükür etmesi, istenmekte…
Neyse
“Şükürler olsun, şükürler olsun,
Şükürler olsun”
Bu duygularla,
Hoş kalın, hoşça kalın…

01.11.2024
Rahman AYHAN
Gazeteci-Araştırmacı Yazar

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol



Günebakış Trabzon Haber