Bilinebilen en eski tarihi itibariyle Dünyamız bir savaş gezegeni. Savaşı çıkaranın da kendini savunanın da hep ayrı ayrı kendilerince haklı nedenleri vardır. Zira herkesin elindeki ölçü farklı ölçüyor.
O ölçünün adı da menfaattir.
Toplumların ve hatta bireylerin birbirlerinden farklı değer yargıları var. Bu nedenlerle olaylara aynı pençelerden bakabilmeleri mümkün olamıyor.
İşin aslına gelince insanoğlu savaşmak zorunda. Sadece insanlar da değil bütün canlı varlıklar birbirleri ile savaş halinde. Belgeselleri izleyince bu durum daha net olarak gözlerimizin önüne seriliyor.
Zayıf taraf daima güçlü tarafın yemi olmaya mahkûm olan bir dünyada yaşıyoruz. Bu garabet tarih boyunca asla önlenememiştir. Saldırılardan kurtulmanın haklı olmak gibi bir çıkar yolu yoktur. Saldırılardan kurtulmanın tek çıkar yolu güçlü olmaktır.
Biz insanlar, tarihler boyu kendimizi veya ülkemizi saldırılara karşı koyabilmek için akla hayale gelmeyecek muhtelif savaş araç ve gereçleri icat ettik. Ancak, savaşlar ve katliamlar zulümler gene devam etti.
İnsanlığın ürettiği savaş araç gereçleri savaşların daha da vahşi, daha da acımasızca devam etmesine yardım etti.
Bazı insanların veya ülke yöneticilerinin de vicdan duygusu yok maalesef. Silah araç gereçleri icat ve imal etme yerine vicdan duygusu bulunmayan insan neslinin çoğalmasını önleyecek önlemler peşinde koşmamız gerektiği düşüncesindeyim.
Şayet, bir gün dünyada hiçbir şahsın diğerinin gücünden, şerrinden endişe etmediği bir evreye gelebilirse insanlık, o zaman dünya gerçek manada yaşamaya değer bir gezegen sayılabilir.
Dünyada kimsenin kimseden korkmadığı, haklı olmanın yegâne belirleyici olduğu bir uygarlık düzeyine ulaşabilirsek, insani ilişkiler açısından yaşanabilir bir dünya var diyebiliriz.
Değilse insanlığın hali giderek daha da perişan olmaya mahkûmdur.
Her an dünyadan göçüp gidebileceğini ayan beyan bilen bir insanın bir başka insana kast ederek onu yok etmek istemesi çok tuhaf bir duygu değil mi?
Güncel bir hadiseden örnek verecek olursak, bu gün Afganistan tam anlamıyla bir cehennem gibi kaynıyor. İnsanlar adeta kaçacak delik arıyorlar. Bu insanların hiç bir suçları da yok.
Çoluk çocuk sefil perişan aç ve susuz. Bu ne acımasızlıktır, ne vahşettir tarifi mümkün değil.
Taliban denilen bir terör örgütü Afganistan’ı ele geçirdi. Üstelik bu örgüt, yaptığı bütün zulümleri Allah, kitap, din, iman adına yaptığını iddia ediyor. Yaptığı tüm zulümlere Allah’ı da alet ediyor.
Taliban denilen örgüt diyor ki, dinden ben ne anlıyorsam siz de onu anlamak zorundasınız. Bir insanın baskı altında iken gerçek inancı nasıl anlaşılır. Baskı yaparsanız insanı İslam dininin bizzat tanımladığı münafık durumuna itersiniz.
Kendilerini Müslüman olarak dünyaya tanıtan bu terörist Taliban, İslam dinine de aykırılıklarla dolu uygulamalar yapmaktadır.
Kur’anı kerimin 109. Suresinin 6. Ayetinde “lekum dinikum veliyediyn” (Senin dinin sana benim dinim bana) denilmek suretiyle insanların din ve vicdan özgürlüğü vurgulanmıştır.
Aslında zerre kadar aklı olan bir insanın başkalarının inançları üzerinde baskı yapması mümkün müdür?
Ne diyelim ne dünyaya gelmek bizim tercihimiz ve nede gitmek, insanlığın vardığı uygarlık düzeyi galiba halen çok ilkel bir noktada.
Bu gün en münevver insan “bilmediğini bilen” insandır.
Keşke insanlık, kendinin bu baş belası savaş sorununu çözerek güven içinde özgürce yaşamayı başarabilmiş olsa. 25.08.2021
M.Sadullah SAĞLAM