Kemal Özdemir
Sömürgeci devletlerin yüz yılımızdaki en büyük ve sinsi organizasyonu toplum mühendisliğidir. Toplumları istedikleri gibi şekillendirmek, yönetmek için düşünce kuruluşlarının hazırladıkları plan dâhinde emellerine ulaşmaya çalışırlar.
Avrupa ve Amerika merkezli bu düşünce kuruluşları bölmek, yönetmek ve sömürerek için genellikle İslam ülkeleri, doğu Asya ve Afrika’yı hedef tahtasından eksik etmemektedirler. Yıkıcı fikirler özellikle, ırk, mezhep, din veya fikirlerin uygulanacağı bölgenin özelliğine göre farklılık arz edebilir. Dünya genelinde işleyiş böyleyken devletler ve milletler nezdinde işleyiş biraz daha farklılık arz eder.
Bugün toplum mühendisliği, hükümetler veya özel gruplar tarafından toplumun geniş bir kesiminin tavır ve sosyal davranışları üzerinde etkide bulunan çabalar olup, siyaset biliminde kullanılan bir kavramdır. Toplum mühendisliğinin politika alanındaki karşıtı ise politik mühendisliktir. Her ikisi de siyaset kurumları tarafından kullanılmaktadır.
Tarihte toplum mühendisliği siyasi amaçlarla kullanıldığında çok tehlikeli sonuçlar vermiştir. Toplumun yanlış bilgilendirilerek olumsuz eylemlere yönlendirilmesi sebebiyle kitlesel ölümler ve zor kapanır yaralar ortaya çıkmıştır. En yakın örneği FETÖ 15 Temmuz kalkışmasına şahit olduk. Uzun yıllar toplum mühendisleri tarafından çalışılmış organize bir yapılanma özellikle İslami kesim de büyük yaralar açmıştır. Bir ülkede Toplum Mühendisliği insanlarının etki altında kalarak yanlış yönelimlere veya eylemlere kalkışması şeklinde de gelişebilir. Gerçeği anladıklarında ise iş işten geçmiş olur. Geçmiş yıllarda Türkiye’de meydana gelen öğrenci olaylarının yerel aktörleriyle karşılaştığımda sordum. Her iki taraf da kandırıldıklarını, gençliği birbirine kırdırdıklarından söz ediyorlar.
Tarihimizde ilginç Toplum Mühendisliği örnekleri mevcuttur. Yerel seçimlere seçmeni yanıltacak, yönlendirecek çeşitli algı yöntemleri denenmektedir. Algı yönetimi, toplum mühendisliğinin bir adım ötesidir. Algı yönetimi, mevcut bir düşüncenin insanların bilincine ve bilinçaltına empoze edilerek kabul ettirilmesidir. Algı yönetiminin amacı, insanların, devlet ve toplulukların algılarını belli bir istikamete yönlendirmektir. Eldeki bilgi ve duygular vasıtasıyla kitlelerin duyularını ya değiştirmek ya da var olan durumu olduğundan farklı göstermektir.
Olguları yönetmekte başarılı olamayanlar, insan ruhuna tesir eden tüm basın, sosyal medya ve yayın organlarını en etkin biçimde kullanarak, insanların zihinlerini yönetmektedirler. Bu yöntemin etkisiz hale getirilmesi için basın ve yayın kanallarından doğruların insanlara anlatılması zorunludur. Algı yönetiminin eğitimli ve sorgulayan toplumlarda etkili olma ihtimali zayıftır. Bu nedenle olumsuz algıları önlemenin en etkili yolu, toplumun eğitim seviyesini yükseltmektir. Eğitimli bir toplum oluşturulması bir süreç meselesidir. Kolay olmadığı gibi uzun zaman gerektirmektedir. Toplum Mühendisliği ve algı yönetimi kavramlarını anladıktan sonra, Türkiye’nin son yıllarda içinde bulunduğu durumu daha gerçekçi değerlendirme şansımız olacaktır. Toplum Mühendisliğine karşı, Politik Mühendislik ile algı yönetimine karşı olgulardan hareket ederek karşı konulmalıdır.
Bugün dünya, ortaya koyulan geceli gündüzlü ‘samimi’ mesai ile, bilgiyi diploma mühründen kurtaran ama aynı zamanda bilgiden güç devşiren toplum mühendislerinin ‘yapay zeka’ dedikleri hegamonik esaretine büyük bir hızla giriyor. Kurulan bu sistem o kadar düzenli işliyor ki; kıyıda köşede saklananları, kendini bir tenhada unutturmaya çalışanları dahi bulup çıkarıyor ve içine çekip, er geç öğüterek dönüştürüyor. Bu sayede de herkesin kendi sınırlarında başlayıp bittiği bir dünya, statik, katılaşmış, dolayısıyla da inceliklerini kaybetmiş tabiata bürünüyor. Birbirini görmeden, ötekine dokunmadan, hayatına kimsenin sızmasına, ilişmesine, dokunmasına izin vermeden yaşamaya çalışan bir ürkekler, bir tedirginler, bir korkaklar dünyası adım adım inşa ediliyor. Bir medeniyetin temsilcisi olarak aynı şeyleri, aynı şekilde yapıyor olmanın bize ortak noktalar kazandırdığını sanıyoruz ama herkesin birbirine benzemesinden, tek tip bir hayatın bütün hayatların yerine geçirilmesinden başka bir şey değil bu! Bir anlamda kültür katliamı da denebilir buna. Çünkü hayatlarımızı öznelliğinden arındırarak (onların dünya genelinde “tek kültür” oluşturma değirmenine kendi elimizle su taşırcasına) eni boyu belli tek bir hayat darlığına indirgemiş, birbirimize benzemeye mahkûm etmiş oluyoruz sadece. Biz uyum sağladıkça da insanın öznelliği, her insanın kendine has karakteri adım adım yok ediliyor. Aslında tablo ‘görebilen kalpler’ için o kadar net ki… Bugün yaptığımız şeylerin büyük bir kısmını herkes yapıyor diye yapmıyor değil miyiz. Alışkanlıklarımızı, meşgalelerimizi, zevklerimizi, ihtiyaçlarımızı, sevdiklerimizi, sevmediklerimizi belirlerken ölçümüz çoğu zaman o ‘herkes’ değil mi? Evet! Hani nerde bireysel farklılıklarımız? Nereye kayboldu kendi hikâyemiz?
Toplum mühendisliği ve algı kıskacın da kalarak deforme olduk.
Sonuç olarak… İnsan sadece şimdiki zamanı yaşar; evet ama şimdiki zamanını inşa eden, ona şeklini, kıvamını, rengini, dokusunu, hissiyatını veren geçmişidir, her şeyi ‘şimdi’ye bağlayan bütün o yolculuk, her şeye anlamını veren hikayesidir hayatın. Geçmişinizden koparsanız ağacınızın kökünü kuruttuğunuz için yarın tutunacak bir dalınız kalmayacaktır. Kendimize gelme temennisiyle gerçeğin mayalandığı gönüllere selam olsun.