“EYLEMLERİMİZ GELECEĞİMİZDİR.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 2018 yılı Dünya Gıda Günü temasını “Eylemlerimiz Geleceğimizdir. 2030’a Kadar Sıfır Aç Bir Dünya Mümkün.” olarak belirledi.

Dünya Gıda Programı (WFP) sıfır açlığın dünyayı değiştireceğinden bahisle aşağıdaki çıkarımlarda bulundu;

* Sıfır açlık yılda 3,1 milyon çocuğun hayatını kurtarır.

* İyi beslenen anneler bağışıklık sistemi güçlü daha sağlıklı bebeklere sahip olur.

* Çocuklarda beslenme yetersizliğini önlemek gelişmekte olan ülkelerin GSYH’sini %16,5’e kadar artırabilir.

* Açlığın önlenmesi için harcanacak her bir dolar 15 ile 139 dolar arası bir kazanç olarak geri döner.

* Küçük yaşlarda sağlıklı beslenme ömrün %46 artmasına yardımcı olur.

* Bir toplumda demir noksanlığını bitirmek iş gücü verimliliğini %20 yükseltir.

* Beslenme ile ilişkili çocuk ölümlerini sonlandırmak iş gücünü %9,4 artırır.

* Sıfır açlık herkes için daha güvenli ve daha refah bir dünya demektir.

FAO, 2014 yılında 784 milyona gerileyen dünyadaki aç sayısının günümüzde 821 milyona yükseldiğini belirtmektedir. Bu yükselişteki en önemli faktörleri de dünyanın çeşitli yerlerindeki bölgesel silahlı çatışmalar ve iklim değişikliğinin olumsuz etkileri olarak göstermektedir. Her iki soruna da yol açan aslında emperyalist ülkelerin doymak bilmeyen baronları, etkilerini ise en olumsuz şekilde yaşayanlar geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin fakir kesimleridir.

Açlığın bir türlü bitirilemediği dünyada, son dönemde yaşanan birleşmelerle isimleri değişse de sayıları değişmeyen tarım sektörüne hâkim sadece dört ulusötesi şirket;

* Tohum ticaretinin %65’ine,

* Tarım kimyasalları ticaretinin %84’üne,

* Gübre ticaretinin %21’ine,

* Hayvan sağlığı ilaçları ticaretinin %56’sına,

* Tarım makinaları ticaretinin %54’üne,sahiptir.

Küresel tahıl ticaretinde de yine dört ulusötesi şirketin %90 paya sahip olduğu düşünülmektedir. Gıda ve içecek sektöründe de pazarın %54’üne sadece dört ulusötesi şirket hâkimdir.

Ulusötesi şirketler birbirleri ile birleşerek sektördeki güçlerini artırırken aç sayısı azalmamakta, tam tersine sayıları yükselmektedir.

Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü kural ve dayatmaları ile çökertilen gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerin tarım sektörüne ulusötesi şirketler hâkim olarak ülkeler her yönü ile sömürülmekte, gelişmiş ülkelerin pazarı haline getirilmektedir.

IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün tavsiye, kural ve programları çerçevesinde tarım politikalarını oluşturmaya devam eden Türkiye’nin her geçen gün gıdada yurt dışına bağımlılığı artmaktadır.

Açlığı gerçek anlamda yaşamış olan Avrupa Birliği, Ortak Tarım Politikası’nı uygulamaya koyduğu 1962 yılında bütçesinin %70’ini tarımını desteklemeye ayırırken, bugün hala bütçesinin %40’ını ayırmakta ve genç çiftçilerini 2012 yılından bu yana özellikle desteklemektedir.

Türkiye’nin ise bütçesinden tarım desteklerine ayırdığı pay %2 ila %2,5’i geçmemektedir. Tarımımızı desteklemek için 2018 yılında bütçeden ayrılan kaynak 14,5 milyar TL’dir. Oysa 2018 yılının Ocak-Ağustos döneminde sadece buğday, mısır, soya, ayçiçeği ve pamuğun ithalatına ödenen dövizin TL karşılığı 15,1 milyar TL’dir. Bu miktara canlı hayvan ve kırmızı et ithalatımızı da eklediğimizde 20,5 milyar TL’ye ulaşmaktadır. Kendi çiftçimize sunmaktan kaçındığımız kaynaklarımız ithalat yaptığımız ülkelerin halkının refahına sunulmaktadır.

2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu ile tarım desteklerinin milli gelirin %1’inden daha az olamayacağı hüküm altına alınmasına rağmen asla uygulanmamıştır. Bu hüküm çerçevesinde 2017 yılında tarıma 30,4 milyar TL destek verilmesi gerekirken, verilen destek miktarı 12,7 milyar TL olmuştur. Durum 2018 yılı için de benzer olup destek için bütçeden 34,5 milyar TL ayrılması gerekirken 14,5 milyar TL ayrılmıştır.

Bir yıllık süreçte enflasyon %24,5 olurken besi yemi fiyatı %47, süt yemi %53, mazot %36, DAP gübresi %102, üre gübresi %99 artmıştır. Girdi maliyetleri enflasyonun çok üzerinde artan çiftçi, hiçbir gelişmiş ülkede uygulanmadığı şekliyle doğrudan serbest piyasanın baskılaması ile karşılaşmakta, emeğinin karşılığını alamadığından önce alternatif gördüğü ürünlere yönelmekte, onda da kazanamayınca üretimden çekilmekte, kırsal alanı terk etmektedir. Son 15 yılda çiftçimiz 3,2 milyon hektar tarım alanını, Belçika’nın toplam yüzölçümünden daha fazla bir alanı ekmekten vazgeçmiştir.

Bir zamanlar coğrafyasında yetişebilen ürünlerde kendine yeten Türkiye artık tarım ürünlerinde net bir ithalatçı konumdadır. Gıda ihracatımızın 16 milyar doları aşmış olması sevindiricidir. Ancak ithalat kalemini dikkate aldığımızda, özellikle de tarımsal hammadde ithalatını hesaba kattığımızda ne yazık ki tarım ürünleri ticaretimiz negatife yönelmiştir. Türkiye 2015 ve 2016 yıllarında tarım ürünleri dış ticaretinde 1 milyar doların üzerinde fazla verirken, 2017 yılında 729 milyon dolar, 2018 yılının ilk 8 aylık döneminde ise 1,7 milyar dolar açık verilmiştir.

Gerileyen sadece tarımsal üretimimiz ve çiftçi sayımız değildir. Eğitimleri süresince laboratuvarlara, araştırma ve uygulama çiftliklerine ihtiyaç duyan, pahalı kimyasallar, alet ve araçlar kullanan ziraat, su ürünleri, su bilimleri, balıkçılık ve tütün teknolojisi ile gıda mühendisleri ve veteriner hekimler küçülen tarım büyüyen ithalat nedeniyle aldıkları eğitimin dışındaki alanlarda çalışmak zorunda kalmaktadır. Bu teknik kadroların başka alanlarda çalışmaları için son derece pahalı tarım eğitimi almalarına gerek yoktur. Zorlu bir eğitim alarak başarılı olan bu gençlerin yüzünün gülmesi için de tarım politikalarının hızlı bir şekilde düzeltilmesine gerek vardır. Gençlere verilen kamuya personel alım sözü yerine getirilmelidir.

Son zamanlarda bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde çiftçinin ürününün dünya piyasa fiyatlarından alınacağından bahisle ürünlerin özellikle ABD borsalarındaki fiyatları telaffuz edilmektedir. Dünya borsalarındaki tarım ürünlerinin fiyatları sübvanse edilmiş fiyatlardır. O ürünü yetiştiren çiftçinin eline geçen fiyat gördüğümüz fiyatın üzerindedir. Bu nedenle çiftçimiz artık gerçekler görülerek ve gerçek anlamda desteklenmelidir.

AB ülkelerinde her önemli tarımsal üretim dalında o alanı düzenleyen, bizdeki tarımsal KİT’lerin karşılığı sayılabilecek müdahale kurumları varken, ülkemizdeki KİT’ler özelleştirilmiş, kapatılmış ya da işlevsizleştirilmiştir. TMO ve ESK gibi kalan KİT’lerimiz de ithalatla ilgili bir kurum hüviyetine bürünmüştür. Hiçbir gelişmiş ülkede çiftçi serbest piyasanın acımasız koşullarıyla baş başa bırakılmamıştır. Bu nedenle gereken her alanda KİT’ler yeniden oluşturulmalı, üreten Türkiye hedeflenmelidir.

Üreten Türkiye’den sonra kalite ve standart hedeflenmeli, bunun için de gerek çiftçinin gerekse tüketicinin kooperatifleşmeleri, üretim planının bu kooperatifler üzerinden yapılması, bu yolla aracıların azaltılması sağlanmalıdır.

Artan nüfusumuzu besleyebilmek için tarım arazilerimiz ve meralarımız amaç dışı kullanılmamalıdır. Meralarımızın ıslahı yapılmalı, tarım arazilerindeki parçalı yapı çiftçinin arazisinde küçülmeye yol açmadan arazi toplulaştırma yoluyla giderilmeli, sulama alt yapı hizmetleri tamamlanmalıdır.

Tarımımız dış kaynaklı politikalardan kurtarılmalı, gıda egemenliği tesis edilmeli, güvenilir ve yeterli gıda üreterek fiyatlar aşağı çekilmeli, döviz rezervlerimiz çiftçimizin ve ülkemizin refahı için kullanılmalıdır.

Bugün dünyada üretilen gıdanın üçte birinde kayıp ve israf yaşanmaktadır. Kayıp ve israfın yaklaşık %30’u tahıllarda, %40-50’si sebze ve meyvede, %20’si yağlı tohumlar, et ve mandıra ürünlerinde, %35’i balıkta meydana gelmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde kayıpların %40’ı hasat sonrası ve işleme sırasında oluşurken, gelişmiş ülkelerde perakende sektöründe ve evsel tüketim sırasında olmaktadır. Yaşanan her kayıp ve israf aynı zamanda su, toprak, enerji, iş gücü ve sermaye kaybı anlamına da gelmekte, bugün dünyayı ciddi boyutta tehdit eden iklim değişikliğine yol açan sera gazı oluşumunu da artırmaktadır. Bu yönüyle gıdada kayıp ve israf konusunda kişisel duyarlılık ve bilincin yanı sıra, konunun devlet politikası olarak ele alınması da büyük önem taşımaktadır.

FAO’nun da vurguladığı üzere “Eylemlerimiz Geleceğimizdir.” Gelecek nesillerimizin aç kalmasını önlemek, sağlıklı bireyler olarak yetişmelerini sağlamak için yarını beklemeden bugünden doğru politikaları tesis etmek üzere eyleme geçilmelidir.

Cemil PEHLEVAN

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Trabzon Şube YK Başkanı

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol



Günebakış Trabzon Haber