Yaşadığımız dünyada kimse kimseyi beğenmiyor. Beğeniyorum dediğimiz kişilerde de fazla miktarda kusur veya olumsuzluk buluyoruz.
Bu olgu ne günümüze mahsuh bir olgu ve ne de ülkemize mahsus bir olgu. Tüm dünyada tüm ülkelerde ve hatta tüm canlılarda hakim bir dominant (baskın) karakter.
Bu nedenlerledir ki, her dostluk bir gün gelip düşmanlığa rahatlıkla dönüşebiliyor. Belki kimi düşmanlıklar da dostluğa dönüşebiliyor. İnsan ilişkilerindeki sempati veya antipatinin temelinde yatan yegane unsur menfaat duygularıdır.
Karşınızdaki kişi veya kurum ile ilişkilerinizi menfaatinizi öne alarak düzenliyorsunuz. Bunu bazen bilinçli bazen da bilinçsizce yapabiliyoruz.
Ne var ki, menfaat beklentilerimiz zaman içinde hangi oranda gerçekleşiyor işin burası kurduğumuz veya kuracağımız ilişkinin gücünü ve etkisini belirliyor.
Pratikte sanki, böyle bir durum yokmuş gibi herkes birbirini adeta aldatır gibi sözler etse veya davranışlar sergilese de maalesef işin gerçeği tam anlamıyla budur.
Ana babalarımızı, kardeş veya çocuklarımıza varıncaya kadar bu menfaat duygusu hakimiyetini bütün gücü ile gösterir.
Burada menfaat derken bir açıklık getirmek gerekir. Şöyle ki; menfaat illa para ile ölçülen değerler olarak anlaşılmamalıdır. Özellikle birinci derecedeki yakınlarımızla olan ilişkilerimizde sevgi ve saygı gibi beklentiler de insan psikolojisini ciddi manada etkileyen beklentilerdir.
Doğal bir adalet duygusu içinde yanına yaklaşmadığımız kim varsa bilmeliyiz ki ondan da adil olmayı bekleme hakkımız yoktur. Doğal diyorum çünkü, meri (yürürlükte) bulunan kanunlar veya içtimai (toplumsal) kural veya kaideler zaman zaman adil olmayabiliyorlar.
İnsan vicdanı asla yalan söylemez. Yeter ki, onun sesini dinleme zahmetinde bulunalım. Benim doğal adaletten kastım işte bu vicdan duygusudur.
Çok basit gibi görünen bu vicdan duygusunu kaybettiğimiz yerlerde sürekle çatışmalar ve anlaşmazlıklar hakimiyetini sürdürür. Sürdürür de kim kazanır, elbette ki hiç kimse kazanamaz.
İnsan vicdanının sesini dinleyebildiği kadar insandır. O kadar münevverdir, o kadar dindardır veya medenidir.
Kimse icat ettiği tanklarla toplarla veya bombalarla yahut da teknoloji ile övünmemelidir. Zira bütün bunlar insanlığı gerçek mecrasından çıkarıp vahşet noktalarına taşımaktadır.
Duygularımızla değil akıl ve vicdanımızla davranmaya beceremediğimiz sürece dünya bizlerden hakkını alacaktır.
Hem öylesine alacak ki, icat ettiğimiz hiçbir vasıta bu hengamı (süreci) asla önleyemeyecektir.
Bütün bu gerçekleri göz önüne alarak toplumu yönlendirmekle sorumlu ve görevli kişi ve kurumlar hiç vakit kaybetmeden ciddi, güvenilir ve adil önlemler almaya mecbur ve mahkûmdurlar. Aksi taktirde gelişen ve değişen şartlar onların da bu kaos (kargaşa) denizinde boğulmalarını kaçınılmaz kılacaktır.
Yüksek makam ve mevkilerde daima yüksek insanlar oturmazlar. Tam aksine çoğu zaman oralarda oturanlar büyük bir çoğunlukla alçak insanlar olmuştur. Tarih bunu bize çok net bir şekilde göstermektedir.
Burada bunların örneklerini vermeme gerek duymuyorum. Zira hemen her insan bunların örneklerini okuduğu tarih kitaplarından öğrenmiştir.
İşte yaşamak bütünüyle bu dünyanın olumsuzluklarına pisliklerine karşı şerefli bir karşı koyma bir mücadele vermekle kaim olan bir hengam (süreç)tir.
Hasılı gerçekten zordur yaşamak, hayat hiçbir hatayı asla affetmez. Her verdiğini mutlaka eksiksiz bir şekilde geri alacak olan bir dünyanın esirleri olarak geçici varlığımızı idame ettirdiğimizi farkında olarak yaşayabilirsek, bu geçici esaretimizden de başarı ile çıkmış olabiliriz.
17.07.2019 M.Sadullah SAĞLAM