Hangi idari görev olursa olsun ATEŞTEN GÖMLEKTİR.
Müdür, başkan, vali, müsteşar, vekil, bakan, başbakan, c. başkanı gibi adı ne olursa olsun bütün makamlar ateşten gömlektir.
Hükmettiği alan, yetki sınırları ve hacmi arttıkça, sorumluluk alanı genişledikçe, ateşten gömleğin yakıcılığı daha da artar ve daha yakıcı hale gelir.
Belediye başkanlıkları da, giyilen yakıcı gömleklerden biridir.
Zira yetkisi ve sorumluluğu, yükü, vebali, hem dünya da hem de BÜYÜK HESAP GÜNÜNDE hesabı çok çetin olan, çok ağır vazifelerden biridir.
Belediye başkanlığı, belediye de çalışan yüzlerce personelin başkanı, halkın ise hadimi, hademesi, hamalı, hizmetkarıdır.
Doğrudan halk seçmese de, partisi, hatta partisi de değil, genel başkanı seçip, halka; “Biz bunu seçtik, sizde buna oy verin, bizim seçtiğimizi seçin” dese de, netice de bir şekilde o makama gelmekte ve başkana şu denilmekte, şu görev verilmekte,
Gerek partisi, gerek Genel başkanı ve gerekse halk, seçilen ve görevlendirilen belediye başkanına şunu demektedir:
“ Biz seni, bizim hizmetlerimize göresin diye şu belediye kurumunda çalışan şu kadar personelin başına başkan olarak görevlendiriyoruz.”
“Onlara BAŞKAN, bize HİZMETKAR ol.”
“Hem senin maaşını, hem çalıştıracağın tüm personelin maaşını, hem de yapacağın tüm hizmetlerimizin parasını da halk olarak biz vereceğiz.”
“Belediyedeki personelin başına geç, onlara başkan ol, onları; yetkilerin, hukuk ve adalet çerçevesinde layıkıyla ve en güzel, en verimli şekilde çalıştır,
Bizim hizmetlerimizi gör.”
İşin aslı budur.
Belediye başkanları, milletin, halkın değil, belediyenin, kurumun başkanı, halkın ise hizmetkarıdırlar.
Dolayısıyla başkanlar; yüzlerce personelin, yüzbinlerce halkın ve milyarlarca devletin yani halkın parasının sorumluluğunu üstlenmekte, tüm bunların vebalini sırtlanmaktadır.
Burada yapacağı her hata, her israf, her haksızlık ve hukuksuzluk başkanın hanesine yazılacak, gerek dünya da yasalar /hukuk önünde ve gerekse ve çok daha mühimi, BÜYÜK HESAP GÜNÜNDE BÜYÜK MAHKEMEYE hesap verecek, hem dünya da hem de ahirette çok büyük bir yük ve vebalin altına girecektir.
Bu işi layıkıyla yaparsa, yani kurumun ALTINA GİRMEYE giderse, sırtına aldığı tonlarca yükün altında inim inim inleyecek, beli bükülecek, burnu yere değecek, kan ter içinde kalacaktır. Dünyası sıkıntılı geçecek ama ebedi hayatı kazanacaktır.
Tersi olursa, yani kurumun SIRTINA BİNMEYE, makam, unvan, titr, şan, şöhret, itibar, ayrıcalık, maaş, araba, geniş dünyalık imkanları, ikbal ve istikbal elde etme, daha yükseklere tırmanmak için basamak olarak kullanma gibi hesaplarla gidiler, vebali ve hesap gününü dikkate almaz, kendini yormaz, keyfine bakarsa, belki dünyayı kazanmış gibi olacak ama ebedi hayatı kaybedecektir.
Başkanlık yükünü almakla, sadece kendine ve ailesine karşı sorumlu iken, yüzbinlerce insanın sorumluluk ve vebalini üstlenecek, sadece kendine ve ailesine hizmetkar iken, tüm halka hadim, hademe ve hizmetkar olacaktır.
Dolayısıyla rahatı bozulacak, iş yükü kat be kat artacak, kendi özel hayatını büyük ölçüde feda edecek, gecesi ve gündüzü olmayacak, telefonu bile 24 saat susmayacaktır.
Böyle bir durumda, sonu yukarıda zikrettiğimiz şekillerde olacak olan bir işte,
Adaylığı kesinleşen ve seçilen başkana: “ Allah yardımcın olsun, büyük bir yük ve vebalin altına girdin, ateşten gömlek giydin, yardıma ihtiyacın olduğunda elimizden geleni yaparız, vah ve vay haline, işin çok zor !” denmeli,
Aday adayı olmayana, aday dayı olup aday edilmeyene ve girdiği seçimi kaybedene de; “Geçmiş olsun, gözün aydın, Allah korudu seni, acıdı sana ve büyük bir yük ve vebalden kurtuldun” denmelidir.
Yani aday olamayan, bırakınız üzülmeyi, sevinmeli, bayram etmeli ve çok çok ŞÜKRETMELİDİR.
Böyle ağır ve veballi işten kurtulduğu için en çok sevinenler, aday olamayanlar ya da seçimi kaybedenler olmalıdır.
Onun için aday olamayanlara ve bundan sonra da aday edilmeyeceklere ya da gireceği seçimi kaybedeceklere “Geçmiş olsun, kurtuldunuz, gözünüz aydın olsun, sakın üzülmeyin, bilakis sevinin ve çok çok şükredin” diyoruz.
Böyle bir durumda vatandaşa düşen görev ise; KURUMUN SIRTINA BİNMEYE gidenleri değil, KURUMU SIRTINA ALMAYA, kurumun altına girmeye gidenleri seçmek ve bu şuur ile çalışanlara yardımcı olmaktır.
Kurumun altına girenler, zerre lüks ve israf etmeden, kurumdan kendine bir kuruş aktarmadan, kurumu kendi reklamına alet etmeden, adaletle ve hizmetleri en güzel şekilde yapan hizmetkar olarak bu işi görebilirse, dünyada izzet ve şerefi artar, ahirette ise makamı yükselir.
Kurumun altına girip girmeyeceğini, adaletli, dürüst ve çalışkan olup olmayacağını nereden bileceğiz diyenlere de deriz ki; geçmiş hayatlarını tetkik edin, büyük ölçüde anlaşılacaktır.