İnsanlık tarihinin en vahşi, en barbar ve en alçak soykırımı geçe hafta da devam etti ve bu kara kapkara gün, bugün 386. Gününü doldurdu.
Müslüman coğrafyalar başta olmak üzere tüm dünya hala sessizliğini koruyor. Vicdanlı, insan kalabilmiş insanlıkta giderek ümidini kesiyor, öğretilmiş çaresizlik içinde umutsuzluğa ve ‘artık bir şey yapılmaz, yapılamayacak’ teslimiyetiyle iyice susmaya ve soykırımı gündemden düşürmeye doğru yol alınıyor.
Ülkemizde ise zaten yeterince gündem olmadı, olamadı. Layıkıyla bir tepki koyulamadı, koyulanlar da çok cılız kaldı. Şimdi de ülkemizin iç gündemleriyle iyice örtülür duruma düşürüldü ve KÜRESEL EMPERYAL ZİYONİST CANAVAR AMEZRAİL İLE MÜCADELE, KÜÇÜCÜK ÜÇ DİRENİŞ/KURTULUŞ ÖRGÜTÜ OLAN HAMAS, HİZBULLAH ve ENSARULLAH’A BIRAKILDI.
Yetim ve öksüz kaldılar!
D. TÜRKİSTAN ise, çok acıdır ki hepten yalnız, hepten yetim ve öksüz. Gündemimize hiç ama hiç girmedi, duyulmadı, duyurulmadı. Zira orada, ÖLÜMLER SESSİZ, “SESSİZ ÖLÜM” vardı!
YENİDOĞAN HADİSESİ, ÖZEL HASTAHANELER VE SAĞLIK SİSTEMİMİZ
Geçen haftanın fevkalade önemli bir gündemi de “Yenidoğan çetesi” diye adlandırılan ve akıllara durgunluk veren olay idi.
Şüphesiz konu yargıya intikal etmiş ve yargının işi haline gelmiştir.
Bizim üzerinde duracağımız yönü, sağlığın özelleştirilmesi, özel hastahaneler ve sağlık sistemimizin durumudur.
Bu olay bize göstermiştir ki, elbette istisnalar olabilir ama özel hastahanelerin durumu iç açıcı değildir. Zaten bilinen ve her gün duyduğumuz sıkıntılar, yenidoğan hadisesi ile gün yüzüne çıkmıştır. Bu olay buzdağının görünen sadece küçük bir kısmıdır.
Bu vesile ile özel hastahaneler ve sağlığın özelleştirilmesi masaya yatırılmalı, sağlık sistemimiz yeniden ele alınmalıdır.
Yine bu hadise bize göstermiştir ki, tıpkı yargı, güvenlik ve savunma gibi SAĞLIK TİCARET KONUSU OLAMAZ ve ÖZELLEŞTİRİLEMEZ. Bir şartla özelleştirilebilir ki, o da tamamen devletten ve kurumlarından bağımsız olmalı, devletten beslenmemeli, tamamen özel olmalıdır. Sadece, tüm masrafları, ilaç parası dahil cepten ödeyecek bir sıtatüye kavuşturulmalı ve denetime açık olmalıdır.
Düşünce insanı ve yazar A. Dilipakın şu yorumu gözden ırak tutulmamalıdır. “Sağlıkta yarın da ilaç vurgunu patlayınca görürsünüz! Daha bunlar ne ki! Bir gün Şehir hastahanelerinin İhaleleri, yapılan anlaşmalar, verilen teminatlar, garantiler ve dönen dolaplar. Üniversite hastahaneleri, özel hastahaneler, Doktorluk yapan Milletvekilleri ve diğer VIP hastaların şişirilen faturaları kamu özel el ele yenilen haltlar. Sağlık Adaletten daha temiz değil. Neyse ki, Adalet camiasından bir yiğit savcı yolsuzluk balonuna bir iğne batırdı. BOMMMM! Daha yeni başlıyoruz. Daha bir bentten su kaçağı var. Baraj patlarsa görürsünüz..”
BAHÇELİ’NİN BEKLENMEYEN ÇIKIŞI!
Sn. Bahçeli’nin İmralı mahkumu ve “umut hakkı” ve af konusunda yaptığı açıklama, çok haklı olarak çeşitli yorum ve değerlendirmelere konu oldu. Şüphesiz ittifakın görüşü Bahçeli eliyle dillendirilmiş, Türk milliyetçisi olduğunu söyleyen (uzun yıllardır bu temsilde çok büyük dönüş ve yıpranmalar olmuş iken) bir partinin ağzından çıkmış olması etkisi ve tesiri üzerinden pilanlama yapılmış olmalıdır.
Elbette terör bir şekilde halledilmeli, kalıcı bir çözüme ulaştırılmalıdır. “TEK DEVLET, TEK VATAN, TEK BAYRAK ve TEK MİLLET ( tek asabiyet, kavim, kabile, sülale v.s değil)” kırmızı çizgilerden zerre ayrılmadan, her türlü hak ve özgürlük 85 milyonun hakkıdır, olmalıdır. Bunda bir tartışma ve ayrışma durumu yok. Ancak, dün siyasetin bir numaralı düşman konusu iken, birden çok farklı bir yöne evrilmesi ve dillendirilmesi, hem de terörün kökü kazındığı söylenen bir zaman diliminde, ister istemez tartışılır olmuş, siyasetçilerin hep yapageldikleri bu kadar keskin U dönüşleri şüpheyle karşılanmış, zaten erozyona uğrayan siyasetçi kavramı, bu sefer iyice güven kaybına uğramıştır. Terör suçlaması ile müebbet hapsi olan birinin muhatap alınması ve meclise davet edilmesi elbette tartışma konusudur. Mecliste bulunan yasal partilerin, kanaat önderleri ve halkın muhatap alınması ve çözümün bunlar arasında gerçekleştirilmesi itiraza tabi değildir. Sosyal basında terör cenahına yönelik dolaşan bir takım haberlerin ve pilanlanan çözümlerin, eğer doğru ise, üzerinde ciddiyetle durulması ve düşünülmesi gerekmektedir.
HAİN TUSAŞ TERÖRÜ
Evveliyetle şeksiz şüphesiz, amasız ve fakatsız tüm terörü ve hususen yeni yaşadığımız TUSAŞ terörünü şiddetle ve nefretle lanetliyoruz. “BİR İNSANI KASTEN ÖLDÜREN, TÜM İNSANLIĞI ÖLDÜRMÜŞ GİBİDİR.” Sözü temel düşüncemizdir.
Bunu tespit ettikten ve altını çizdikten sonra, salt olayla ilgili soruşturma ve gereğini yapmayı yargıya bırakarak, bu olaydaki “İSTİHBARAT ve GÜVENLİK ZAAFİYETİ” herkesi ilgilendirmekte, ayrıca bunun üzerinde durulması gerekmektedir. Ankara’ya kadar yakalanmadan ve istihbarata takılmadan nasıl gelebildikleri bir yana, Ankara’da ticari taksi şoförünü katledip, bagaja koyup, uzun namlulu silahlarla Tusaş’a kadar gelmeleri, elbette sorgulanmalı, istihbarat ve güvenlik konusu yeniden ele alınmalıdır.
Hain terör olayından sonra, hem terör hem de Sn. Bahçeli’nin önerisi konusunda DEM, Edirne, İmralı ve hakim siyaset çevrelerinden gelen açıklama ve öneriyi olumlamalarda dikkate haizdir!
Terör ve ardından gelen tarafların açıklamaları, terörü, öneriyi olumlama ve kamuoyunu öneri konusunda onaylayıcı yönde etki konusu yapma ve hazırlama gibi bir işlev algısı ve amacı işin içine karıştırılmamalıdır. Zıt tarafların paralel açıklamaları elbette düşündürücüdür!
İNSANLIĞIN EN VAHŞİ SOYKIRIM GÜNDEMİ ÖRTÜLMEMELİDİR!
Geçen haftanın gündemi olan bütün bu İç sorunlarımız, terör, yenidoğan hadisesi, domuz eti meselesi, kahreden Narin ve Sıla olayı, ekonomik sorunlar ve geçim sıkıntısı elbette çok önemlidir ve üzerinde ehemmiyetle durulmalıdır.
Ancak hiçbirisi,” İNSANLIĞI GÖRÜP GÖRECEĞİ EN VAHŞİ, BARBAR VE EN LANETLİ SOYKIRIM GÜNDEMİNİ ASLA ÖRTMEMELİ,” Küresel emperyal ziyonistleri, onların başı Amezrail ve zalimlerin piri Bidenyahu’yu asla unutturmamalıdır.